13 Nisan 2013 09:06

'Akil İnsanlar' ve 'döl' meselesi

'Akil İnsanlar' ve 'döl' meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Yıllar yılı görmezlikten geldiğimiz ya da halı altına süpürmeyi nedense marifet bellediğimiz, hatta şu veya şekilde “inkar” edince ortadan kalkıp yok olacağını sandığımız bir “mesele”nin etrafında, kıyısında, sağında, solunda döne döne nihayet milletçe başımız hepten dönüp feleğimizi şaşırınca, bu kez de sallapati, gönülsüz, hani nasıl derler laf ola beri gele kabilinden güya çözmeye kalkıştığımız irili ufaklı tüm sorunlarımız karşısında önce çuvallayıp hüsrana uğradık, ardından da atalarımızın buyurdukları şu veciz ifadeyle ister istemez burun buruna geldik!
“Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş!”
Gerçekten de şu son otuz yıldan beri ülkemizin en önemli gündemini teşkil edip, baş köşede yerini koruyan bir mesele ile başımız ağrırken, gelen geçen bilumum iktidarların bu soruna hesapça çözüm ararken izledikleri çizgiye, tuttukları yola bakılırsa; görünen o ki, hemen her zaman gönülsüz, ya da bir bakıma dostlar alışverişte görsün kulvarlarında sürüklenip durdukça, “çözüm” yerine sadece zamanı pisi pisine harcadığımızı gördük, görüyoruz.
Seneler senesi meselenin adını, soyadını açıkça ifade edip, dolayısıyla içine saplanıp kaldığımız “kaknem” durumla ilgili doğru dürüst bir “teşhis” koyup, hemen akabinde de en uygun “merhem”i, en uygun “tedavi” yöntemini aramak yerine, tam aksine meselenin özünü nedense “teğet” geçip, böylece kendi kendimizi kandırdık, kandırıyoruz.
Nitekim, özellikle “Netekim Paşa” ve avanesinin zaten kör topal yürüyen demokrasi çarkına soktukları çomak yüzünden memlekette “Ali kıran baş kesen” devrinin, “Apolet”li derebeyliğin fiilen başlamasıyla, hele hele Diyarbakır zindanlarında sürdürülen insanlık dışı işkence fasıllarıyla sürüp giden zaman diliminde, bu ülkenin kimi “vatandaş”ları kendi ana dilleri Kürtçeyle iki satır laf ettikleri veya kısık sesleriyle “lo, lo, lo” nakaratıyla bir türkü tutturdukları için, inim inim mahpuslarda çürüyüp, dahası da failleri “resmen” belli katillerce köprü altlarında, mehfezlerde, şeytan üçgenlerinde “infaz” edilirken, bunun, bu zulmün adını, astarını acaba zamanında doğru dürüst koyamadığımız, ya da koymayı bir türlü içimize sindiremediğimiz, o “milli hassasiyet”ler yüzünden mi, şimdilerde gele gele nihayet “Herkes elini taşın altına koysun!” noktasına dayandık!
Tamam! Elimizi taşın altına koyalım ama, öte taraftan da şu günlerde “akil insanlar” deyip, içimizden pertavsızla seçip çıkarttığımız bu “cevher”lerin her biri karşımıza geçip, kendilerince belki de haklı olarak “Ey Millet! Acaba vakti zamanında aklınızı peynir ekmekle yiyip tükettiğiniz için mi, şimdi kapımızı çalıyorsunuz?” deyip inceden inceye kafa bulurlarsa o zaman derdimizi kime anlatabilir, hangi ummana dökebiliriz ağparik!
Okey! Başımızın başı başbakanımızın peşine takılıp, “vatan-millet” aşkına gerekirse hep beraber “baldıran zehrini”  şalgam suyu ya da meyankökü şerbeti misali lıkır lıkır içelim ama, diğer yandan “her derde deva” niyetiyle “akil” ve “fikir”lerine can simidi babında sarıldığımız bu altmış üç kişilik “akil küpü” insanlarımız, yine belki de kendilerince yerden göğe kadar haklı olarak, bu kez de karşımız dikilip “Ey! Ahali, daha önceleri neredeydiniz!” şarkısını kulaklarımıza fısıldadıklarında, şimdilik yetmiş altı milyon, ama yine başımızın başı başbakanımızın “her eve üç çocuk” düsturuyla yakın zamanda belki de yüz milyonu sollayacak nüfusumuzla, bugün bu “akil insanlar”ın, yarın da başka akil insanların kapısını tokmaklayıp, böylece akil insanların peşi sıra tazı misali koşup ömür mü tüketeceğiz ka yavrum!
No! Bu iş böyle gitmeyecek, hatta özüme kalırsa asla böyle de gitmemeli monşer! Zira “Egemenlik kayıtsız şartsız  milletindir” hükmü mucibince, keza paçasından dört dörtlük “demokrasi”nin yanı sıra, ayrıca onun mütemmim cüzi niteliğindeki “yüzde on barajlı mükemmel seçim sistemi”miz gereğince ellerimizi “vicdan”larımıza koyup, sonra da içimizden seçip Ankara’ya yolladığımız hepsi de “zeki”, hepsi de pırlanta misali birbirinden “akil”, “değerli” vekillerimiz varken, milletçe içine saplandığımız bu “bataklık”tan kurtulmamız için umutlarımızı altmış üç kişinin “himmet”ine bağlayıp, hele hele bundan da, ya Allah bismillah deyip medet ummak, öncelikle bu “akil vatandaş”larımıza karşı yapılmış en büyük haksızlık değil midir zo!
 Çünkü yarın işler maazallah terso gittiğinde, bu akil insanlarımız şu ya da bu nedenlerle “yedi iklim”, yedi diyar gezip elleri boş, umutları kırık döndüklerinde, hani deyim ne derece doğru olur bilemem ama, o zaman kabak bizatihi onların başına mı patlar acaba?
Neyse… bu arada Başbakanımızın ifadesine göre bu akil insanlar “kadro”suna dahil olmadıkları için sağda solda ileri geri laflar edip, dolayısıyla “kıskançlıktan çatlayanlar” var; ama bu satırları şu anda karalayan biri olarak ben özüm kendi payıma “Ah o gemide ben de olsaydım!” türküsünü gerçekten çalıp çığırmak istemezdim Allah vekil!
İstemezdim, zira bu altmış üç kişinin içinde bulunan bir tek “Ermeni dölü”nün mevcudiyetini, bir bakıma diğer akil adamların yanı sıra, onun da bu ülkenin bir “vatandaş”ı olarak “elini taşın altına koymasını” dahi hazmedemeyip, bunu da, uluorta dillendiren bir zat-ı muhterem ve tıpkı onun kafa yapısındaki başkaları da, aynı dölün mensubu birinin, yani mesela benim gibi bir andavallının da hasbelkader, hatta kazara da olsa bu akil insanlar “gemi”sinde olduğunu görseydi, ehh o zaman hırsından belki de tümden keçileri mi kaçırırdı, bunu da tabii ki bilemiyorum Kirvem!..

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa