Kutlu doğum ve üniversite
Fotoğraf: Envato
Günlerdir gazetelere yansıyan, “Karşıt görüşlü öğrenciler çatıştı” klişesine uydurulmuş haberler içinden bile biraz gerçeği arayarak okuyorsak şu açıkça görülüyor: Üniversite çifte kıskaçla sıkıştırılıyor.
Kıskacın bir “çenesi”ni Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen gençlik örgütü ve ülkücü, Alperenci odaklar oluşturuyor. Ve bu odaklar, polisin ve üniversite özel güvenliklerinin de desteğinde ilerici, demokrat öğrencilere saldırıp onları ve onların şahsında tüm öğrencileri sindirmeye çalışıyor. Dicle Üniversitesi’nden İstanbul Üniversitesi’ne Muğla Üniversitesi’nden Anadolu Üniversitesi‘ne Ankara’nın çeşitli üniversitelerine,… kadar “karşıt görüşlü öğrenci çatışması” diye sunulan ve İçişleri Bakanı ve diğer yetkililer tarafından da “Aman çocuklar etmeyin, süreci baltalamayın” gibi “mülayim ve ortalama açıklamalarla” karşılanan tablo bu saldırgan güçlerin üniversiteyi kendileri için “dikensiz gül bahçesi” yapmak adına yürüttükleri faaliyetin tablosudur. Kıskacın öteki “çenesi”ni ise YÖK ve rektörlükler oluşturuyor. Hizbullahçı-ülkücü-Alperenci cepheyle paralel hareket eden üniversite yönetimleri, bu çatışmada kendi rollerini unutturarak, yeri geldiğinde çatışmaları baskı ortamını meşrulaştırmak için başka baskı önlemleri için de dayanak yaparak, üniversiteyi laik bilimsel ekseninden dini referansları öne çıkaran bir çizgiye çekmek için bastırıyorlar. Böylece yönetimler, bilim insanlarını bir yandan iş güvencesizliği kullanılarak sözleşmesi yenilenmeyerek, soruşturmalar, baskılar, “tacizler”le,… üniversitenin dışına itmek ya da tümüyle teslim almak isterken öte yandan da bilim dışı referanslar ve dinin üniversitenin gündemindeki yeri (baskısı demek daha doğru) hızla artırılarak, “Sünni-İslam bir üniversite” inşasında adım adım ilerliyor.
Bugüne kadar birbirine “paralel”, birbiriyle ilişkisiz gibi görünen üniversiteyi cendereye alan bu ikili kıskaç, “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleriyle aslında üniversiteyi kıskaca alan bu iki “çenenin” aynı merkezden yönlendirildiğini gözler önüne sermiştir. Üniversite rektörlükleri tüm üniversitelerde “Kutlu Doğum Haftası” düzenlenmesine ön ayak olarak kıskacın iki çenesini de birbirine bir-iki diş daha yaklaştırmak için bir hamle yapmıştır.
Ancak, “Tablo bu kadardır!” dersek büyük bir hata yapmış oluruz. Çünkü burada olanlar çeşitli gerici, aşırı milliyetçi odakların ve üniversitenin kendi başına aldığı kararların sonucu değildir. Tersine bunlar, asıl olarak Hükümetin yıllardır adım adım “muhafazakar bir toplum inşa etme”; bu amaçla “Dindar bir gençlik oluşturma”, “Üniversiteyi bu toplumun ideolojisini oluşturmakla yükümlendirme” planının bir parçasıdır. Ve Başbakan Erdoğan dün, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Hz Peygamber ve İnsan Onuru” adıyla düzenlenen “Kutlu Doğum Haftası” etkinliğinin açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Kutlu Doğum Haftası”nın 81 ilde kutlanmasının kendilerinin planı olduğunu cümle aleme ilan etmiştir. Başbakan Erdoğan konuşmasında, “milliyetçi odaklara yanıt” veriyor gibi görünürken, halkların kardeşliğini de halkların eşitlik temelinde birliğinin sağlanmasından değil İslami değerlere sarılmaktan geçtiğini iddia etmiştir. Böylece 12 Eylülcülerin “İslamı toplumun yapıştırıcı harcı olarak kullanması” çizgisine sarılan Erdoğan, Cunta’nın “Türk-İslamcı bir toplum” amacını da aşarak, “Sünni-İslamcı muhafazakar bir toplum” idealini öne çıkarmıştır.
Yani Erdoğan ve Hükümetinin amacı, “üniversitenin dinileştirilmesi” değildir. Çünkü üniversitenin “Sünni-İslam bir Üniversite” olarak inşasının amacı toplumu “Sünni-İslam muhafazakar bir toplum olarak inşa etme” planının bir adımı ama “belirleyici mahiyette” bir adımıdır. Çünkü bu adım başarısız olursa, bu doğrultuda atılacak adımların (her yere Kur’an kursu açma, herkese dini öğretme vb gibi), ilk anda ne kadar etkileyici görülürse görülsün, orta ve uzun vadede kalıcı olması beklenemez.
Bu yüzdendir ki, demokratik üniversite mücadelesi, bilim özgürlüğü ve üniversitenin laik temellerinin savunulması mücadelesi hayati önemde bir mücadele olmuştur.
Bu yüzdendir ki, üniversite camiasının da Türkiye’nin demokrasi güçlerinin de sorunu bu açıdan ele alıp mevzilerini ona göre belirlemeleri son derece hayati hale gelmiştir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00