Enerji ve çevre
Tüm karşı çıkışlara karşın Akkuyu Nükleer Santrali yapım aşamasına gelmiş bulunuyor. Hükümet ile Rusya’nın Atomstroyexport şirketi arasında geçen ay kontrat imzalandı. Bu anlaşmaya göre Akkuyu’da inşa edilecek nükleer santralin arazisi şirkete bedelsiz olarak tahsis edilecek. Hükümet ayrıca şirkete, 15 yıllık alım garantisi de veriyor. Santral tamamlanınca şirketin ürettiği enerji Türkiye tarafından satın alınacak. 2030 yılı sonuna kadar üç yeni nükleer santralin daha inşa edilmesi planlanıyor.
***
Çernobil’deki nükleer kazanın acısını en çok yaşayan toplumlardan biriyiz. Başta karadeniz bölgesi olmak üzere ülke genelinde kanser hastalıklarının “sıradan” hale gelmesinin ardında bu “kaza” yatıyor.
Politikacılara bakarsak mesele o kadar vahim değil. Zira, Çernobil kazasının meydana geldiği dönemde ANAP’lı Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çaylarda radyasyon olduğu iddialarını yalanlamak için kameraların önünde çay içip: “Gönül rahatlığıyla içebilirsiniz” demişti. Gerçekten de Cahit Aral’a çay yaramış olacak ki, 84 yaşına kadar yaşadı. Keşke bakanın sözünü ciddiye alanlar ve onların çocukları da bakan kadar şanslı olabilseydi. Ama olmadı...
***
Bizdeki her sorunla ilgili tekçi, inkarcı, indirgemeci yaklaşım artık ne doğanın ne de insan sağlığının korunamayacağı bir aşamaya işaret ediyor. Peki acaba her ikisinin de korunması gibi bir amaç var mı gerçekten?
Durum hiç öyle gözükmüyor.
Geçtiğimiz gün, kanser hastası üniversite öğrencisinin “İlaç masraflarımı karşılayamıyorum devlet, tedavimi yaptırsın” talebine karşılık, Çevre(!) ve Şehircilik Bakanının hasta öğrencinin cebine para sıkıştırdığını izledik. Bunu izledik ama hasta öğrencinin sadaka değil tedavi olanağı istediğini de dinledik. Bakan “ben ne yapabilirim ki?” diyerek azarlamayı tercih etti öğrenciyi.
***
Çağımızda yaşadığımız çevre felaketlerinin hemen hiç birisi doğal yollardan meydana gelmiyor. Tamamında kapitalist birikim hırsının izleri var. Hibrit tohumlar nedeniyle tüm Anadolu coğrafyasında kaynak suları çekilmiş durumda. Kaz Dağları ve Ege’nin bir çok bölgesinde siyanür toprağı zehirlemekte. Hidroelektrik santraller (HES) ile ırmakların yön ve rejimleri değiştirilmekte.
Evet bunlar olmakta.
Ama bir yandan da suyun metalaşması için çalışan su forumu toplantılarına da bu ülke ev sahipliği etmekte.
***
“Çevre Sorunu” kendiliğinden var olan bir şey değil aksine bir yapıntıdır. Bu yapıntının ardında ise kapitalizmin yıkıcı hareket yasaları var. Çevreyi tahribe yönelik adımların ardında saklı olan kapitalist üretim biçiminin hareket olanağını sağlayan şey enerjidir.
Şu cümleyi çok duyarız nükleer santral adımlarında da HES projelerinde de: “Ama Türkiye’nin enerji bağımlılığı var ne yapalım”.
Peki neden enerji bağımlılığı var Türkiye’nin?
Daha fazla üretmek için!
Neden daha fazla üretmek istiyoruz?
Daha zengin olmak için!
Bu zenginlik kime ait?
.....
***
Bu zenginlik nüfusun yüzde 5’ini geçmeyecek sermayedarlara ait. Onlar daha fazla zenginleşsin diye, biz toprağımızdan, suyumuzdan, sağlığımızdan, geleceğimizden “gönül rahatlığıyla” vazgeçebiliriz.
Evrensel'i Takip Et