18 Nisan 2013 10:13

Toplumun evrensel değerleri

Toplumun evrensel değerleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Toplumun “dini değerleri” ihlal edilmiş. 10 ay hapis cezası.  Fakat toplumun “evrensel değerlerinin” ihlal edilmesinde hiçbir beis yok. O cezasız, alabildiğine serbest.
İlahi güçler adına karar vermeye kendilerini yetkili sayanlar, “ene-l-Hakk” diyemeyecek kadar ulvi değerlerden uzaklar. Herhalde Fazıl Say’ın demek istediği de buydu: “Hırsız, adi, şaklaban” insanlar çirkin yüzlerini gizleyebilmek için -esasında hiç inanmadıkları, çünkü inanmış olsalar riyadan korkarlardı- Allah’ın sıfatlarını kullanırlar.
“Ene-l-Hakk” deme cesaretini gösterecek kadar kendisini her türlü şeytani duygudan arınmış hisseden, kendisini fikren ve bedenen insanlığın hizmetine adayan, evrensel değerlerin yüceltilmesi için eserler yaratan nice kişi; “akil insanlar” ile dolup taşan bu toplumun değerlerini ihlal etmiyorlar, fakat aklın ve bilimin aydınlattığı güzelliklerden nasiplenmemiş işte o “egemenleri” fazlasıyla rahatsız ediyorlar.
Onun içindir ki toplumun kendisiyle bir kül olduğunu varsayan Tek Adamlar, “Onlarla meşgul olamazlar”. Onların değerlerini akılları almaz çünkü.
Tek adamların hizmetkarları da nabza şerbet veciz laflar ederler: “Fazıl Say, piyano çaldığı ve sanatını icra ettiği için cezaya çarptırılmadı.”
Gazeteciler, yazarlar, aydınlar, avukatlar, sendikacılar, siyasetçiler, öğrenciler de zaten “terörist” oldukları için hapsedilmişlerdi.
Hatta “Gazetecilerin suç işleme özgürlüğü yoktur. Ama bu suçsa ben bu suçu işliyorum” diyen Adalet Bakanları da olmuştu.  Egemenlik böyle bir şeydir işte… Güç, gözleri kör, kulakları sağır eder, yürekleri de karartır.
Ama kendisini toplumu için feda etmeye hazır o yüce değerlerin, egemenlerin kestiği cezaya verdiği yanıt tarih boyunca değişmez: “Yurdum adına üzgünüm.”
Yaşadığı dönemde toplumun “dini değerlerini” ihlal ettiği için çarmıha gerilen Hz. İsa’nın dediği gibi: “Tanrım onları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!”
***
“Onlarla meşgul olmayan” Tek Adam’ın ve hizmetkarlarının ihlal ettiği “evrensel değerlerin” bazı örneklerini, hapisteki o güzide değerlerin, gazetecilerin gönderdiği mektuplardan aktaralım:
Hüseyin Deniz (Evrensel): “2005’ten buyana (ne yazık ki gazetecilik kriteri yapılan) SARI BASIN Kartını taşıyorum. Aynı zamanda Almanya Basın Kartı sahibiyim de… Tutuklanmamız, Türkiye’nin önemli dönem ve dönemeçlerinde tüm muhalif gazetecilerin başına gelenlerden farklı değil. Abdülhamit’ten bu yana, basın tarihi (1909-10, 1946, 1958-60, 12 Martlar, 12 Eylüller, 1990’lı yıllar) bu tür yaşanmışlıklarla (baskı ve mağduriyetler ile sansürlerle) dolu. Haber alma, bilgi edinme, düşünce ve ifade özgürlüğü için az bedel ödenmedi.”
Ömer Çelik (DİHA): “Bu mektup, tek ağızdan yazılmış olsa da, uğradıkları tarihsel haksızlıklar nedeniyle seslerinin duyulup, yalnız olmadıklarını düşündüreceklere ihtiyaç duyan ülkemin hapsedilmiş siyasetçisi, akademisyeni, kadını, sendikacısı, avukatı, öğrencisi ve gençliğinin sözcüklerini de taşıdığının bilinmesini isterim. Sınırları zorlayan özgürlüksüzlük, eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürü ortamında gösterilen tepkilere karşı iktidar asasına her geçen gün daha sıkı sarılan güç sahiplerince peyderpey tutsak edildik. Bizimle birlikte de, salınan korkuyla sindirilmeye, bastırılmaya çalışılan, düşünmemeye ve konuşmamaya zorlanan koca bir toplum. Kendisini yakıcı bir biçimde hissettiren korku ve linç iklimi içerisinde her geçen saniye daha da edilgen bir deriyle kaplanıyor vücudumuz. ‘Ne zaman ve nasıl geldik bu hale?​’ sorularının karşılığı da yok ne yazık ki hiçbirimizde. Çünkü dinlediğimiz, okuduğumuz hikayelerin geçtiği zamanlardan bu yana, hâlâ aynı ortaçağ cehennemindeyiz. Hâlâ aynı acımasız zebaniler, hâlâ aynı kavurucu ateş. Dünün sorgusuz sualsiz cinayetlerinden bugüne tek değişen, tabut hücrelere canlı canlı gömülüyor olmamız. Üstelik kendimizi şanslı hissetmemiz bile salık verilebiliyor sırf bu yüzden. Anlaşılması zor bir güç sarhoşluğu ki, siyasi iktidar tarafından bu şans (!) “eskiden öldürülüyorlardı, şimdi en azından sadece tutuklanıyor” şeklinde fütursuzca dillendirilebiliyor. Ayaklarımızdan öte, zihinlerimize geçirilmek istenen prangaları reddetme, kabullenme, tepki gösterme günahlarını işlemekle suçlanıyoruz.”
Ramazan Pekgöz (DİHA): “İddianamemiz 800 sayfadan oluşmaktadır. Davanın ne kadar ‘siyasi’ olduğunu bu iddianameden anlamak mümkün… İddianamede olmayan tek şey HUKUK! Satır aralarında da yok. (…) 800 sayfanın 18’i şahsıma ayrılmış. (…) Toplam 13 adet telefon kaydı delil olarak sunulmuş: Meslektaşım, davadaşım Nurettin Fırat 2, Genel Yayın Yönetmenim Yayıncı-Yazar Ragıp Zarakolu 1, Yazarımız Veysi Sarısözen 3, Karikatürcümüz Halil İncesu 1, Gazeteci Cengiz Kapmaz 3, BDP Meclis Grup Basın Danışmanı Ersin Öngel 1, Sendikacı Vicdan Baykara 1, Alevi hakları savunucusu Ergin Doğru 1. Bu telefon dökümleri gerekçe gösterilerek, ‘Örgüt içerisinde üst düzeyde faaliyet yürüttüğüm’ iddia edilmiş. Konuşmaların içeriği bu iddiayı doğrulamıyor. İçerik tamamen haber gündemindeki konular. ‘Örgüt’ olarak tanımlanan ilişkiler; editör-editör, editör-genel yayın yönetmeni, editör-yazar, editör-karikatürist, editör-editör, editör-haber kaynağı ilişkisidir. Bir gazetenin en doğal rutin ilişki ağıdır. Eğer bir ‘örgütten’ söz edilecekse, buna ‘haber örgütü’ diyebiliriz. Haber örgütlemek de bir gazetecinin temel görevidir. Şahsımızda yargılanan mesleğimizdir.
Kapatılan gazetemizin bilgisini paylaşmak da suç sayılmış. Yargının (TMK’nin) sayesinde ben bu ‘suçu’ çok işledim. Çünkü gazetelerimiz onlarca kez kapatıldı. Bilinmesini isterim ki, benim değil yargıçların yaptığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) defalarca mahkum edildi. Abdülhamit’ten kalma sansür, bu ülkenin en büyük ayıbıdır.
İddianamede ‘Haberler’ başlığı altında ileri sürülen deliller ise skandallarla dolu. Sadece haberlerim değil, şahsımla ilgili çıkan haberler de suç delili olarak gösterilmiş. ‘Bahse konu haberde KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile görüşme yaptığı tespit edilmiştir’ deniliyor. Genel Yayın Yönetmenim (Günlük gazetesinde) Filiz Koçali ile birlikte kaleme aldığımız ‘Kandil İzlenimleri’nde saklı, gizli bir durum yok. Her şey ayan beyan ortada. Gittik, görüştük, geldik, yazdık, yayımladık; dava açıldı, yargılandık, beraat ettik. Bu kadar basit. ‘İmralı’da kritik 4 saat’ başlıklı haberim için de iddia makamı aynı sonuca varmış! Bu ülkenin iki can alıcı realitesi/olgusu olan İmralı ve Kandil ile ilgili haber yapmak suç mu? ‘Bunlar gazeteci değil’ diyenlere duyurulur: İddianamedeki bu haberler neyin nesi?
***
Basın ve ifade özgürlüğü için, 20 Nisan Cumartesi günü saat 19.00’da İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda buluşup Taksim’e yürüyoruz.  
22 Nisan Pazartesi günü ise hem KCK hem de Ergenekon davasından yargılanan meslektaşlarımızla dayanışmamızı göstermek üzere Silivri’de olacağız.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa