23 Nisan 2013 11:36

Kim o işgüzar veli!

Kim o işgüzar veli!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir öğrenci velisi var; okul kitaplarını ve öğrencilere ev ödevi olarak tavsiye edilen kitapları büyüteçle okuyor ve nerede müstehcen dize, nerede yamuk bir cümle ve nerede ‘ar ve haya duygusunu rencide edici” bir ifade varsa yakalıyor, sonra da şikayet ediyor. Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ını, Muzaffer İzgü’nün Zıkkımın Kökü’nü, Amin Malouf’un Semerkant’ını Vasconselos’un Şeker Portakalı’nı da ispiyonlayan o. Bu işgüzar veliyi, insan ister istemez merak ediyor doğrusu, zira bakanlık yetkilileri, milli eğitim ya da kütüphane müdürleri okul kitaplarındaki sansür haberleri geldikçe hep o velinin arkasına sığındılar. Kendileri sadece şikayet değerlendiren işlemciler; karakol amirleri…
Herhalde ortaöğretim edebiyat kitaplarına Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Cahit Külebi, Edip Cansever şiirleri alınırken de bilirkişi olarak o devredeydi ve beğenmediği dizeleri budadı. Aynı veli akşam koltuğuna uzanmış televizyonda film seyrederken Acı Pirinç filmindeki oyuncunun dekoltesinden, Turist Ömer’deki kadının da geceliğinden rahatsız oldu telefona sarıldı, sorumlu bir yurttaş olarak şikayetini etti! Yetkililerin her yeni bir sansür vakası patlamasında kamuoyuna hedef gösterdikleri kişi bu veli işte. İstanbul’da bir lisede öğrencilerine Semerkant’ı tavsiye eden öğretmeni, çocuğu o okulda olmadığı halde ihbar eden bu gayretkeş şahıs kim derseniz, öyle biri hem var hem yok.
Yasakçı ve sansürcü hükümetin düşünce ve ifade özgürlüğü karnesindeki kırık notları gizlemek için yarattığı bir daksil o. Güya sansür yasal olarak uygulanmıyor, bir velinin, bir yurttaşın, bir izleyicinin şikayeti üzerine bürokratlar, yerel yöneticiler, çeşitli müdürler bu sansürü uyguluyor. Kimse Hükümeti suçlayamaz bu durumda; karne tertemiz. Budanan şiirler birer birer ortaya dökülünce de sorumlusu o vatandaş…
Son zamanlarda şikayet müessesesi oldukça gelişti. Sadece “o veli” değil, halkın ar ve haya duygularının polisliğine soyunan gazeteler ve gazeteciler de ya bir tiyatro oyununu ya bir filmi ya da bir sergiyi okuyucularına şikayet edebiliyor ve nedense hemen arkasından yerel ve genel yöneticiler gereken önlemleri alıp sanat eserini yasaklayabiliyor.
Bunun kimse tarafından teşvik edilmeyen kendiliğinden gelişen bir süreç olduğu söylenemez. Yurttaşın muhbirliğinin o eseri yasaklayıp sansürleyerek ödüllendirilmesi veya başı sıkışan idarecinin şikayet var bahanesini ileri sürmesi şikayetçilerin artmasının istendiğini düşündürtüyor. Çünkü bu türden beyanlar muhbire, istediğini yaptırabilme gücünün, sözünün değerinin altını çizerek itibar kazandırıyor. Dolayısıyla kendiliğinden bir gelişmeyle değil daha çok yönlendirilmiş, teşvik edilmiş bir tutumla karşı karşıyayız.
Muhafazakâr hükümet döneminde bu teşviki doğrulayacak sayısız örnek yaşandı.  Herkesin birbirinin MOBESE’si olduğu, muhafazakar normlara göre yaşamayanları denetlediği ve hatta zaman zaman zor kullandığı günlere geldik. Hukukun sınırlarının dışında kalan alanlara müdahalenin sosyal ilişkilere devredildiği;  devletin her yerdeleşip herkesleştiği böyle bir yönetme anlayışı elbette son derece tehlikeli. Bu, çevrede sürekli sizi gözleyen, ne yiyip içtiğinize ne giydiğinize, kimlerle arkadaşlık edip nereye gittiğinizle ilgilenen, ihbar etmeye hazır kişiler var ve böyle kişiler pohpohlanıyor demektir. Hatta alttan alta muhbir yurttaş olmaya özendiriliyorsunuzdur.
Bu yüzden o işgüzar veliyi merak etseniz de tanıyamazsınız; o hem var hem yok. Yok, çünkü o, yasakçı devletin elbisesini giymeye özendirilen milyonlardan oluşuyor; onu elle tutamaz gözle göremezsiniz. Var, yirmi dört saat görev başında olduğunu bize bizzat amirleri müjdeliyor. Böyle bir memur yurttaşla kıyaslandığında Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza’sı kırk kere aklanmış kalır. Öyle korkunç bir tip yani…

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa