05 Mayıs 2013 11:02

Barışı korumak

Barışı korumak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen haftasonu Güney Afrika’dan, Johannesburg’dan döndüm. Afrika ülkeleri İnsan Hakları Komisyonları üye ve başkanları, ombudsmanları ile işkencenin soruşturma ve balgelenmesine ilişkin bir eğitim programına katılmak için gittiğim ülkede hafta ortasına kadar kalmayı, birkaç gün şehri gezip yaşanan uzlaşma süreci sonrasını gözlemeyi, ardından da Kruger Doğa Parkında doğa ve hayvanlarla zaman geçirmeyi düşünmüştüm. Uçak biletimi erkene alıp, Apartheid Müzesi dışında hiçbir yere gitmeden geri döndüm.
İyi ki dönmüşüm, sonradan edindiğim ama çok sevdiğim anneciğimi, kızımın babaannesini uğurlayamayacakmışım yoksa, vedalaşmamız yarım kalacakmış. Hanidir Alzheimer nedeniyle parça parça vedalaşsak da, son veda önemli eksik kalanlarla acıyı yüceltmenin önüne geçmek, güzel anılarla iyi ki bu dünyayı paylaşabildik diyebilmek için. Her anımızı sevgiyle paylaştık, sevgiyle kaldı anıları bende.
Döndüğüm gece aldım ölüm haberini, edinilmiş, iyi ki de edinilmiş ablam aradı acısının içinde. Dönmenin sevinci burulsa da, G.Afrika’dan kurtulmanın sevincine, evet yanlış okumadınız, kurtuluş sevinci yaşadım bileti değiştirip havaalanına geldiğim andan itibaren, son vedaya yetişmenin hüzünlü sevinci eşlik etti. İlk günlerin şaşkınlığı ile G. Afrika’dan kaçmaya çalışmamın nedenlerini çok düşünmedim önceleri. Yavaş yavaş görüntüler berraklaştı. En belirgin görüntü ise 2-3 katlı bina yüksekliğinde duvarlar ve üzerine gerilmiş, dikenli değil basbayağı elektrikli tellerle çevrili evler oldu. Filipinler’e ilk gidişimde de, kapısında silahlı güvenlik bekleyen yüksek duvarlı evler beni çok rahatsız etmiş, sonrasında İstanbul’da gittikçe yaygınlaşan duvarları yüksek olmasa da kapısında güvenliği sizi sorguya çeken ve şehri dışarıda bırakan siteler de ortak bir hayatta var olmadığımız duygusunu yaşatmış olsa da, Johannesburg’da algım bambaşka oldu. O elektrikli tellerin dışında kocaman bir hapishanenin içine kıstırılmışlık duygusunun ötesinde, gördüğüm resim aslında uzlaşamamanın, bağışlayamamanın hakikati oldu benim için. Bağışlama kültürünün varlığı üzerine edilen sözlere, kimi zaman Hristiyanlıkla, kimi zaman Afrika’nın kadim gelenekleriyle açıklama çabalarına gördüğüm resimde yer yoktu.
Müzeye kaldırılmış “beyaz olmayanlar giremez” tabelalarının yerini elektrikli tellere bıraktığı gündelik hayata siyahların gözlerinden, içinden öfke kıvılcımları geçen o gözlerden bakmak gerekiyor.  Onca insanı katletme emri verenlerin, katledenlerin “çok pişmanım” demesi yeter mi? Gerçekten pişman olurlar mı ya da olmuşlar mı? Elbette hayır! Johannesburg’da gördüklerim içten bir pişmanlığın olmadığıdır. Siyahlar da bağışlamamışlar zaten. Öfkeyle öldürüyorlar, tecavüz ediyorlar ve saldırıyorlar. Kanla yazılmış bir tarihin hesabını kanla soruyorlar. Zamanında katliamlara imza atanlar şimdilik elektrikli tellerle donattıkları hapishanelerinden kocaman bir açık hava hapishanesinin ufkuna bakıp, eski günlerine özlem duyuyor olmalılar. Benim gördüğüm resimde barışmaya yer yoktu.
Barış sürecinde G. Afrika örneğini ele alırken iyi düşünülmeli derim. Tecritte çıplak aramalara, hücre cezalarına maruz bırakılanların yanında misafirhanelerde ağırlanan sorumlular, hücrede ölümü bekleyenlerin karşısında hastane yatağından video konferanslarla duruşmalara katılan katiller kuşaktan kuşağa aktarılmış yaralarımızı iyileştirmeye yetecek yöntemler midir? Yüzlerce yıldır hepimizin biriktirdiği acılar, bir türlü kapanmayan yaralarla baş etmek kolay değil.  Hele ki, gözyaşı akıtanlar timsah kılığındaysa. Barışı korumak gerek. Yaraları onarmak… Onarmak için seçilecek yolları da iyi düşünmeli!

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa