07 Mayıs 2013 12:14

Suriye'de çöken, İran'la dengelenir mi?

Suriye'de çöken, İran'la dengelenir mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Suriye krizinin, bölge ülkeleri Ürdün ve Lübnan’a da yayılacağını gösteren alametler sıklaştı. Bir yandan Hizbullah’ın Suriye muhalefetine karşı askeri girişimler yaptığı haberleri gelirken öte yandan da Ürdün Hükümetinin ABD ve İsrail’le açıkça iş birliği içinde Suriye’ye yönelik provokatif girişimlerini arttırdığı gözleniyor.
İsrail, Suriye’ye müdahalesini Şam’daki silah depolarının bombardımanına kadar götürürken İran’a yönelik tehditlerini de artırdı. İsrail’in Suriye’ye saldırısı ABD ve İngiltere tarafından açıkça desteklendi.
Suriye rejimin kuvvetleri stratejik önemde iki kasabayı ele geçirerek, ÖSO’nun denizden batılı emperyalistlerle bağını keserken, muhalif güçlere de ağır bir darbe vurdu.
Son günlerin en önemli gelişmelerinden birisi de ÖSO’nun “kimyasal silah” kullandığına dair ilk önemli bulguların ortaya çıkması oldu. BM’nin Suriye Komisyonunun dört üyesinden biri Carla del Ponte muhalif güçlerin “sarin gazı” kullandığına dair “güçlü kanıtlar” olduğunu açıkladı.
Suriye sırında Türkiye’ye geçmek isteyen bin civarında mülteciye geçiş izni için “sorun çıkarılınca” mülteciler sınırdaki araçları ve binaları yakıp, oradaki sınır görevlilerine ateş açarak bir polisi öldürdüler. Böylece Erdoğan-Davutoğlu’nun Suriye krizine müdahale aracı olarak kullandığı mülteci kozu geri tepen bir silaha dönüşmüş bulunuyor.
Öte yandan dün, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Moskova’ya giderek Rusya Devlet Başkanı Putin ve Dışişleri Bakanı Lavrov’la Suriye krizini görüştü. Rusya ve ABD Suriye krizinin kendi çıkarları çerçevesinde çözümü için ortak girişimler yapılması için çalışıyor.
Rusya, ABD, İran, İsrail, Ürdün, Lübnan bir biçimde Suriye krizine müdahil oluyorlar. Dolayısıyla bu ülkeler, krizin lehinde ya da aleyhinde bir tutum, bir inisiyatif alıyorlar. Ama Türkiye, bırakalım sorunun çözümü için girişimler yapmayı, kendi politikası doğrultusunda bir inisiyatif alma imkanını bile kaybetmiş görünüyor. Tersine Türkiye mülteci sorununu da kendi ayağına dolanır hale getirirken, Suriye’deki en yakın iş birlikçisi şeriatçı silahlı grupların amaç ve yöntemlerinin insanlık gözünde teşhir olması ve İsrail’le de aynı cephede olduğunun açıkça görülür hale gelmesiyle Davutoğlu-Erdoğan’ın Suriye’ye müdahalede somutlanan dış politika çizgisi iyice iflas etmiştir. Bugün Türkiye’nin tek inisiyatifi Esad rejiminin yaptığı katliamları dramatik bir üslupla anlatıp, “Bu Esad babasından bile daha katliamcı” gibi apolitik bir propaganda ve BM’yi göreve çağırmakla sınırlanmaya kadar gerilemiştir.
Bir ülkenin politikası, hele de bu politika Ortadoğu’nun her gün değişen kaygan zemininde yapılıyorsa, en korkacağı şey kendisini manevra yapamaz, hale getirmektir. Ki, Türkiye’yi yöneten AKP Hükümetinin dış politikası Suriye üstünden şimdi bu çizgiye, hiçbir manevra imkanı olmayan bir çizgiye gelmiştir. Öyle ki İsrail’in Şam’ı savaş uçaklarıyla bombalamasını bile Erdoğan sadece BM’ye sitem ederek ve İsrail’in politikasının Esad’ın elini güçlendirdiğini, Suriye’deki katliamların örtüsü olacağını iddia ederek karşılayabilmiştir.
Böylece Türkiye, bir yandan mülteci kozu öte yandan da Suriye’deki şeriatçı terör örgütleri ile ilişkileri üstünden sürdürdüğü politikasında “sona” gelmiştir. Onun için de tamamen hareketsiz hale gelmiş; Suriye krizinde inisiyatif İsrail ve ABD’nin eline geçmiştir.
Obama ile 16 Mayısta yapılacak görüşmeler öncesinde bu “vahim durum”, Erdoğan-Davutoğlu çizgisi için önemli bir sıkıntıdır. Bundan yaralanan ABD ve İsrail’in, Türkiye’yi Suriye’den çok dolaysız biçimde İran’a yönelteceğinden şüphe yoktur. Bunun nasıl olacağını da Erdoğan’ın Washington ziyareti sonrasında daha açıkça göreceğiz.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa