08 Mayıs 2013 11:09

Hükümet ve meclisin sorumluluğu

Hükümet ve meclisin sorumluluğu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

PKK’nin silahlı güçlerinin “sınır dışına çıkması” dün resmen başladı.
Başka bir söyleyişle, “ateşkes”le başlayan “çözüm ve müzakere süreci” hızlı bir biçimde akıyor.
Her renkten ulusalcı odakların, MHP ve CHP’nin ulusalcılarının engelleme çabalarına, “Akil İnsanlara” yönelik saldırı boyutundaki tepkilere, “AKP-BDP Anayasası yapılıyor”, “BDP, AKP ile ittifak içinde başkanlık sistemi çıkaracak”, “PKK Kürtleri ABD’nin bölge planlarının eklentisi haline getrdi”, “Türkiye’nin bölünmesinin pazarlığı yapılıyor”…. gibi kamuoyunun bilincini saptırma amaçlı Göbelsçi yöntemlerle sürdürülen kara propagandaya ve provokatif eylemlere karşın süreç ilerliyor. Dahası şimdi; bir yandan “çekilme”nin başlamasıyla, öte yandan anayasa tartışmalarında artık bir “AKP anayasası”nın ve “Başkanlık Sistemi”nin çıkmasının olanaksızlığının artık görülmeye başlamasıyla, ulusalcı kara propaganda en önemli dayanaklarını yitirmiş bulunmaktadır.      
“Çekilme”nin resmen başlamasının bir anlamı da Kürt sorununun çözümüne dair taleplerin (Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili talepler de diyebiliriz)  tartışılmasından çıkılarak, Hükümet ve Meclisin, sorunun çözümü açısından; bu Türkiye’nin demokratikleşmesi için kendi üstlerine düşeni yapması gerekliliğinin tartışılmasının öne çıkmaya başlamasıdır.
Çünkü “çekilmenin başlaması”yla, PKK’nin ve Öcalan’ın; “tek taraflı” olarak, kayda-şarta bağlı olmadan atacaklarını söyledikleri adımların sonuna gelinmiştir. Burada elbette sürecin provoke edilmesi, sorunlar çıkması beklenmez değildir ancak, bu aşamadan sonra sınır dışına çıkma artık “teknik” bir şey haline gelmiştir. Bu yüzden de siyaset bundan sonrasını; Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin gereği olan yasal ve anayasal düzenlemelerin yapılması olarak anlamak durumundadır.
Hükümet cenahı ise süreci hâlâ kendi dışındaki gelişmelerden ibaret olarak tanımlıyor. Örneğin Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç süreci daha dün bile, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürtlerin haklarının tanınması süreci olarak değil, “Çatışmaların durması, silahlı güçlerin sınır dışına çıkması, son olarak da silahların bırakılması” olarak tarif ediyor. Bu tarifin, en azından sürecin bundan sonraki aşaması için son derece handikaplı bir tarif olduğu da apaçıktır.
Hükümetin bu handikaplı yaklaşımı aynı zamanda sürecin “yumuşak karnı” olarak işlemekte; ulusalcılar da buradan, “pazarlık yapıldı-yapılmadı” tartışmasını dile getirmektedir. Oysa eğer bir sorunun iki tarafı varsa bu iki tarafın sorunun çözümü için ortaklaşmasının tek koşulu tarafların karşılıklı adımlar atmasıdır. Belki burada “pazarlık” kavramı, piyasa kavramı olarak “at pazarlığı”nı çağrıştırması bakımından sorunlu bir kavramdır. Keşke Hükümet, Meclis hiç de şart ve koşul dayatmadan demokratik bir Türkiye için kolları sıvasa ve Türkiye, halkların kardeşçe yaşadığı bir ülke haline gelse! Ancak hayatın gerçekleri böyle değildir. Yaşam, demokrasi ve özgürlüklerin, karşıt güçlerin mücadelesi üstünde biçimlendiğini göstermektedir. Hükümet de “pazarlık yok” diyerek süreci bir demokratikleşme değil, “PKK’ye silah bıraktırılması operasyonu” olarak göstermektedir.
Bugüne kadar bu tutum belki sürecin ilerlemesine bir engel teşkile etmedi. Çünkü PKK bir şart koşmadan silahlı güçlerini sınır dışına çıkarmaya karar verdi. Ancak bundan sonrası asıl olarak Hükümet ve Meclisin kendi üstlerine düşeni yapmasına bağlıdır.
Nitekim önceki gün basına düşen 111 aydın, sanatçı, bilim insanının imzasıyla çıkan ‘Barış İçin Özgürlükçü Demokrasi’ bildirisinin bugünlerde çıkması bir rastlantı değildir. Ve önümüzdeki günlerde sürecin ilerlemesi için karşılanması gereken taleplerin neler olacağının daha da pekişeceği girişimlerin olması kaçınılmazdır. Çünkü süreç bugün artık, Hükümet ve Meclis adım atmadan ilerlemenin olanaksız olduğu bir aşamaya gelmiştir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa