09 Mayıs 2013 10:44

1 Mayıs'ın ardından

1 Mayıs'ın ardından

Fotoğraf: Envato

Paylaş

2 Mayıs sabahı gazetelerin ilk okuduğum bölümü genelde dünyadan 1 Mayıs manzaraları olur. Farklı ülkelerde öne çıkan sorunlara, işçi sınıfının örgütlülük düzeyine, toplumsal muhalefetin gücüne dair kabaca da olsa bir fikir vermesi açısından bu haberler benim açımdan ayrı bir önem taşır.
Son 1 Mayıs’ta da dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı kötü çalışma koşulları, düşük ücretler, sendikasızlaştırma ve hükümetlerin kemer sıkma politikalarına karşı meydanlara çıktı. İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi yüksek kamu borçlarıyla boğuşan AB ülkelerindeki gösterilerin odağında uygulamadaki istikrar politikaları ve işsizlik vardı. İşsizliğin toplamda yüzde 27 genç nüfus arasında ise yüzde 60 gibi oldukça yüksek bir işsizlik oranına sahip Yunanistan’da ülke genelindeki genel grev gösterilere damgasını vurdu.
Bu yıl dünyanın dikkatle izlediği bir diğer 1 Mayıs gösterisi ise geçtiğimiz günlerde sekiz katlı bir fabrikanın çökmesi sonucu 500’ün üzerinde işçinin yaşamını yitirdiği Bangladeş’in başkenti Dakka’da gerçekleşti. Tekstil sektöründeki kötü çalışma koşullarının ve işçi ölümlerinin protesto edildiği gösterilere on binlerce işçi katıldı. Londra’daki 1 Mayıs gösterilerinde de Bangladeşli işçilerle dayanışma ön plana çıkarılırken, ABD’de ise göçmen işçilerin talepleri ön plandaydı.
Peki ya Türkiye? Türkiye’deki protestolardan dünyaya yansıyan ise hükümetin Taksim Meydanı’nı işçilere kapatma kararı ve eylemcilere uygulanan polis terörü oldu. Gaz bulutları içerisindeki emekçilerin görüntüleri ajanslar aracılığıyla uluslararası kamuoyuna yansıdı.  
Ülkeye dönersek, 1 Mayıs’ın üzerinden bir hafta geçmesine rağmen Taksim tartışması olanca hızıyla sürüyor. Günler öncesinden başlayan sendikalar ile valilik arasındaki alan kavgasına burjuva medya da fazlasıyla ilgi gösterdi. Taşeronlaştırma, işçi ölümleri, çocuk istihdamı, işsizlik gibi işçi sınıfının başlıca sorunları ise yılın geri kalanında olduğu gibi 1 Mayıs sürecinde de gündemin arka sıralarına itildi.
Bu konuda hükümeti takdir etmemek mümkün değil.  Ayran diyor, ruj diyor, olmadı Taksim diyor muhalefetin gündemini belirliyor. Hükümet neyi tartıştırmak istiyorsa muhalefet onu tartışıyor.
Başbakanın Taksim ve Kadıköy’ün sonraki yıllarda kitlesel mitinglere kapatılabileceği yönündeki açıklamalarına kulak verdiğimizde bundan sonraki yılların 1 Mayıs gündeminin de hükümet tarafından belirlendiği anlaşılıyor.
Sol hareketlere baktığımızda mücadeleci sendikacılığın başlıca ölçütünün Taksim ısrarı olmaya başladığı görülüyor. Maalesef bu durum, günden güne eriyen sendikaların yönetici kadrolarının da önemli ölçüde işine geliyor.
Kaldı ki, Taksim için onlarca şehit verdik, bayraklarını yerde bırakmayız söylemi de fazlasıyla sorunlu. Sahip çıkılacak bir dava varsa, o da işçi sınıfının iktidarı olmalıdır. Bundan çark edip, senede bir Taksim meydanına çıkmakla, 1 Mayıs şehitlerinin anısına sahip çıkılamaz.
Bugün geldiğimiz noktada 1 Mayıs’ta yaşanan vahşetin kamuoyunda tartışılması ve ifşa edilmesi elbette önemlidir. O gün İstanbul sokaklarında yaşananlar AKP’nin ileri demokrasi söyleminin iki yüzlülüğünün en önemli ispatıdır. Ama işçi sınıfının gündemi bununla sınırlı değildir. Taksim için sergilenen mücadele ruhu taşeronlaştırma, işçi ölümleri, güvencesiz çalıştırma gibi işçi sınıfının gündelik yaşamını ve örgütlü mücadelesini doğrudan etkileyen konularda da sergilenmelidir. Geniş halk yığınlarını harekete geçirebilmenin yolu da buradan geçmektedir.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa