“1 Mayıs günü utanmadan barışı öldürenler…” diye kısa bir değinmeyle sonlandırmıştım geçen haftaki yazımı. O değinme aslında hem barışı öldürenlere bir gönderme; hem de bu yazıya  giriş yapmak içindi. Halk ozanlarının deyişiyle bu haftaya verilmiş bir ayaktı. Çünkü, tek tümceyle geçiştirilemezdi bir Mayıs gününün kıyımı. Gerçi o kıyım değişik boyutlarda da olsa  her zaman vardı; ama bu başkaydı.  
Hiç gelmeyeceği düşünülürken, baharı görmeden yazın geliverdiği günlerden biriydi. Yürümeye özendirecek denli güzel havada evde oturmak olmazdı. Alanlara gidilemese de biraz yürümeliydi.  Birazdan uzunca olan yürüyüşten  dönüşte genişce iki caddenin arasına serpiştirilmiş çiçekleri sulayan bir işçi çarptı gözüme. 1 Mayıs’ ta. İşçinin, emekçinin bayramında. Kutlamak istedim adamın bayramını; ama yüzünü görünce terslenmekten korktum. O yüzde bayramında çalışıyor olmanın karanlığı vardı. Kızgınlığı, umarsızlığı. Kutlama yapmanın dalga geçmek olacağını düşündüm, salt “kolay gelsin”  diyebildim. Çekindiğim hoşnutsuzluğuyla “ sağ ol” dedi yine de. Acı vardı gözlerinde.
Eve geldiğimizde yerleşkenin her işini yapan iki çalışanı çok katlı yapının kapı camını siliyordu. Takıldım kendilerine, her gördüğümde yaptığım gibi. “Yahu, işçi bayramında çalışıyor musunuz?​”  “Bayramın adını yanlış koymuşlar” dedi Haydar olanı. Eski çalışandı ve düşüncelerini açıkca belirtebilecek konuma gelmişti. “Memur bayramı koyacaklarmış” dedi yine ağzını açmadan konuşurmuş gibi ve yine çabuk çabuk. Arkasını da getirdi çekinmeden: “Memurlara tatil. Biz çalışıyoruz”.
Eve ulaşmak için ellialtı basamağı çıkarken bu sözün ağırlığını taşıdım. Her zamankinden uzun ve yorucu da oldu üstelik tırmanısım. Haydar’ ın sözü çok doğruydu ve çok da ağır. İşçi bayramıydı, dinlence günüydü ve işçiler çalışıyordu. Bugün o alanlara gidenler, gidecek olanlar kimlerdi, özel, tüzel, güzel kurumların işçileri çalışırken.
Gün boyu ve akşam bayram gününün olaylarını izlerken akşamda, insanlığım dar geldi bana. Bunaldım, sıkıldım utandım, üzüldüm. Herşeyden. Polisin attığı gaz bombası dumanı içinde kıpırdayamadan yatan kadını gördüğümde.. Duvara sıkıştırılmış üç beş kişinin üzerine acımasızca su sıkıldığında.. Otuz bin polisin görevlendirildiğini duyduğumda.. Onların acımasızlığına, insansızlığına.. Köprüler kaldırıldığında.. Denizde motorların önü kesildiğinde.. Sayrıevine gaz bombası atıldığında.. Ortada savaş yokken savaş varmışcasına savaşanlara.. Esed dedikleri adamla aynılaşanlara.. Suriyedekilere müslüman diye kucak açarken, kendi müslümanlarını ezenlere..  “1 Mayıs’ ı biz bayram yaptık” deyip de o bayramı burunlardan getirenlere.. Vahşeti çağıranlara.. Kenti ve ülkeyi uygarlığa kapayanlara.. Korkaklara.. Korkunun ecele bir yarı olmayacağını umursamayanlara..  O günün gündüzünde ve gecesinde bir gün sonraki Avrupa çayır çimenindeki yarı son karşılaşmasını düşünenlere, düşündürenlere...
Doğrusu o karşılaşmayı ben de bekledim. Ama bir utkunun sarhoşluğuna düşmek için değil. İşçilere yasaklanan Taksim’ in, olası utkuyu yaşayacak yandaşlarca nasıl kuşatılacağını; savaşa gider gibi donatılmış polis gücünün orantılı ya da orantısız nasıl kullanılacağını, gaz bombalarının havada uçup uçmayacağını, sözün özü biraz önce saydığım görüntülerin yinelenip yinelenmeyeceğini görmek için. Göremedim. Çünkü o utku Avrupa çayır çimeninden çıkmadı. Üç gün sonra İstanbul’ un  ünlü arenasından geldi. Ve Taksim düştü. İşçilerin Taksim çukuruna düşmelerinden korkan devlet, bir takım yandaşların aynı çukura düşecek olmalarını umursamadı (!) Kim bilir, belki o yandaşların arasında üç gün önce Taksim’ e sokulmayan işçi, emekçi, emekli, memur, her tür çalışan da vardı. Amaç başkaydı; ama değil mi?
Vekillerin kıyağına girmeden bir Nazım Hikmet şiiri* ile bitireyim bu günü de:
“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim / Akan suyun, Meyve çağında ağacın, Serpilip gelişen hayatın düşmanı / Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: -çürüyen diş, dökülen et-, bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler. / Ve elbette ki, sevgilim, elbet / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya  / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle / işçi tulumuyla bu güzelim memlektte hürriyet.
* Nazım Hikmet. Kuvayi Milliye: Şiirler 3. İstanbul; YKY, 2006. 113.s.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et