12 Mayıs 2013 09:51

Lale

Lale

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Patlama olmuş, muhabirler Reyhanlı’ya gönderilmiş, belirsizlik, endişe, öfke ve acı aktarılmıştı. Önce, kimin sorumlu olmadığı tespit edildi. Televizyon yayınına bağlanan, bilgi veren, duygularını aktaran vatandaş “Nerde bu başbakan? Nerde bu Allahsız oğlu Allahsız?​” dediğinde bağlantısı kesildi. Hemen ardından kimin sorumlu olduğu ilan edildi. Henüz yetkililer bile hedef göstermek için mikrofona konuşmaya yeltenmemişti. Üstünden 500 gün geçen Roboskî katliamının sorumlusu bulunamamıştı mesela. Bunun bulundu. Esed’di, belki de değildi, ama kesin hesabı sorulurdu.
Medya yine en iyi bildiğini yaptı, kısa süre içinde. Onlarca yurttaşın öldüğü patlamanın hemen ardından, ortada bir tek bilgi yokken hükümeti haklı, ötekini düşman, vatandaşı küfürbaz çıkardı ve hemen analizlerle bütün meseleyi çözdü. O kadar başarılıydı ki, akşam haberleri saatine gelindiğinde, Reyhanlı’nın adı şöyle bir geçti belki, en iyi ihtimalle, sonra hayat kaldığı yerden devam etti. Ve başladı, geleneksel cumartesi akşamı yayınları.
Henüz yayın yasağı gelmemişti. Zaten Reyhanlı’dan söz eden yoktu. Görünüşte. Ama konu hep savaştı aslında. Bütün programlar, hükümeti tarafından adım adım savaşa sürüklenen bir ülkenin fotoğrafından ibaretti, kumandanın her tuşunda.
Survivor’ın milli bir spor olması gibi. Hayatta kalma dalında, kıyakçı vekilin gelirinin sıfır atılmış haliyle geçinmeye çalışan, askerdeki, dağdaki evladını bekleyen halk bugüne kadar elenmemişti. İşte bir şeyin adı Survivor olacaksa, bunun adı Survivor. Güneyde, sınırdaki versiyonu, binlerce mülteciyle çehresi değişen şehirlerde hastanelerde yer bulamamakla başlamış, yerini kan gölüne dönen çarşılara bırakmıştı. Televizyonda: en büyük derdi elenmemeye yetecek kadar dedikodu yapmak olan, ada kavgacıları.
Yağmurdan Kaçarken, öteki kanaldaki dizi, günün özeti. Memlekette otuz yıldır ne canlar alan silahlar birkaç aydır susmuş. Onun sevinci bile kırk çeşit endişeyle yüklüyken, ölüm haberleri ve intikam çığlıkları kaldığı yerden. Aynı şarkı, başka makamdan. Televizyonda: en büyük derdi birilerinin kendilerine aşık olması olan mağdurlar.
Benzemez Kimse Sana, bir dünya görüşünün adı. Yalakalıkta çığır açılan dönemin sloganı. Tarihin en çok kanallı televizyonlarının, en çok sayfalı gazetelerinin hükümetin lütfuna ermek için perişan olduklarını, her gün ibretle izleyen biziz. Televizyonda: en büyük derdi ünlülere benzeyerek ününe ün katmaya çalışmak olan, o kadar ünlü olmayan ünlüler.
Osmanlı Tokadı, kurduğu hayalle çocukken dinlediği efsaneyi birleştiren bir bilinçaltı oyunu. Bölgenin en büyüğü, herkesin abisi, sözünden çıkılmayacak, örnek ülke olma iddiasındakilerin keyfini yerine getiren bir mit. “Öldürmeyi çok iyi bilen” kim varsa, onunla kol kola, tarihi kendine uydurmak. Televizyonda: en büyük derdi İstanbul’u polis Fatih’e yar etmek olan yeniçeriler.
Ben Bilmem Eşim Bilir, en iyi bildiğimiz. Çünkü biz hiçbir şey bilmeyiz. Bilmekle, düşünmekle ilgilenmeye ne gerek, bilim ders kitabından kovulmuş, baş bilen ne derse o. Aile içinde olması gerekeni de başka türlü biliriz. Kadın bilmez, “beyi” bilir. Öyle söylenir, öyle susturulur o, bildik bileli. Televizyonda: en büyük derdi sidik yarışında komşusunu geçmek olan çiftler.
O dakikalarda, bunlardan kaçıyordu da kumanda, dönüp dönüp yıllardır bitmeyen o diziyi buluyordu: Lale Devri. Tarih sevenlere gelsin; lalenin bir anlamı da, ağır hapis mahkumlarının boynuna geçirilen demir halkaymış. Neden bitmediği belli, bizde lale çok. Kaybedecek başka şey de yok.

evrensel.net Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa