13 Mayıs 2013 07:14

IMF'nin gözdesi mezun oluyor

IMF'nin gözdesi mezun oluyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yarın 14 Mayıs.
Günlerdir yarının, Türkiye tarihi açısından ne kadar önemli bir gün olduğuna dair nutuklar dinliyoruz. Yazılar okuyoruz.
Zira yarın, Türkiye, Uluslararası Para Fonu’na yani IMF’ye son borç taksidini ödenecek.
426 milyon dolarlık bu ödeme sonrasında Türkiye’nin, 52 yıldır borçlu olduğu, IMF’ye borcu kalmayacak.
IMF ile bir dönem kapanacak!
Vay be!
Başbakan geçen hafta yaptığı grup toplantısından beri övünüp duruyor: “IMF’ye borçları sıfırlıyoruz, son taksit ödüyor ve bu işten kurtuluyoruz” diyor.
Muhalefete yükleniyor: Borcu siz yaptınız, biz temizledik! Başbakan övünmekte haksız mı peki?
‘IMF’ denince bu ülke halkının, kötü hatırılar, ağır faturalar dışında ne gelir ki aklına?
‘IMF’ demek bu ülkenin emekçileri için ‘borç’, ‘boyunduruk’, ‘acı reçete’ demek.
Bir çok göz yaşının arkasında bu ‘günahkar’ kurum yok mu?
Ağır bedeller ödeten bunalımların ardında kapitalizmin dinamikleri kadar, IMF’nin dayatmış olduğu yapısal uyum programları da yok mu?
Ülkelerinin sömürgeleştirilmesinin manivelası değil mi bu IMF?
Bu kurumu ‘def edecek’ bir başbakanın gece gündüz övünmesinden daha doğal ne olabilir ki?

IMF NE DEDİYSE OLDU!

Peki, IMF gidiyor mu? Bu ülkenin borcu, borç bağımlılığı bitiyor mu?
Bu sorunun yanıtından önce şu soruların yanıtının verilmesi gerekiyor: AKP iktidarının hemen öncesinde IMF ile ilişkiler ne yöndeydi? AKP döneminde ilişkiler nasıl sürdü ve şimdi ne olacak?​”
Yıl 1998. AKP iktidarının 4 yıl öncesi. Türkiye, IMF ile Yakın İzleme Anlaşması imzaladı. IMF dedi ki: Bundan böyle ilişkimiz değişecek. Ben sadece para verip, sonra da dediğim gibi harcıyor musun diye izlemekle yetinmeyeceğim.  Sanayileşmeni… Sosyal ve sosyal güvenlik politikalarını… Kamu dengesi çabalarını… Hepsini izleyeceğim ve belirleyeceğim.
Yapılması beklenenler şunlardı:
* Yabancı, yerli fark etmez. Para serbest dolaşacak. Sen de paranın gelmesi için yüksek getiri olanağı sunacaksın.
* Çalışma hayatında kuralsızlaştırma ve esnekleştirme getireceksin. İşçileri ucuz işgücüne dönüştüreceksin.
* Katma değeri düşük teknolojilerde uzmanlaşacak, sanayini uluslararası şirketlerin taşeronu yapacaksın.
* Üretimde ithal girdi kullanacak, üretimde ithal mal tüketimini teşvik edeceksin.
* Vatandaşları ‘müşteriye’, kamu hizmeti üreten kurumları da ‘ticarî işletmeye’ dönüştüreceksin.
* İştah kabartan kamu kurumlarını özelleştireceksin.

10 YILDA DÜMDÜZ EDİLDİ

Haziran 1998 ile Mayıs 2008 arasında Türkiye kesintisiz on yıllık bir IMF gözetimi altında kaldı.
Yukarıda sıraladığımız, özelleştirmeden sağlık ve eğitimin ticarileşmesine, esnekleştirilmeden tarımsal desteklerin kaldırılmasına kadar… İşler birlikte kotarıldı.
2008’den sonra IMF ile yeni bir anlaşma imzalanmadı. Fakat hükümet 2009-2012 yılları arasında öyle bir Orta Vadeli Program ortaya koydu ki bu tam bir IMF programıydı.
Kamu maliyesinde giderlerin kısılması, vergilerin artırılması öngörüldü. İşgücü piyasalarının esnekleştirmesi gibi Türkiye burjuvazisinin, uluslararası sermayenin canhıraş taleplerine yer verildi. IMF’ye gerek kalmadan…
AKP, neoliberalizmi öyle benimsemiş ki, IMF’ye hacet kalmıyor. Ayrıca küresel kriz ortamında Türkiye’ye adeta para yağması da IMF ile bir anlaşmayı gereksiz kıldı.
IMF’yle stand-by imzalansaydı dahi alınamayacak büyüklükte kaynağı belirsiz para girişi oldu. 12-17 milyar dolar arasında değişen…
Şimdi böyle bir ortamda ne gerek vardı değil mi, IMF’nin birkaç can sıkıcı talebine daha katlanmaya… Örneğin vergi idaresinin özerkleştirilmesi ve belediyelere aktarılacak kaynaklarda kısıtlanma gibi…
Hiç gereği yokken IMF ile anlaşıp hükümetin ayağına dolanabilecek bu işlere katlamanın alemi yoktu.
Öyleyse güle güle IMF mi?


BİR YERE GİTTİĞİ YOK!

IMF’nin 1999 yılında Türkiye’de açtığı ofis aynen kalacak. IMF yetkilileri bu durumu şöyle gerekçelendiriyor: Türkiye’deki ofisini açık tutmaya devam edeceğiz. Türkiye 2008’den bu yana IMF’den borç almıyor ancak pek çok diğer alanda işbirliğimizi geliştirerek sürdürüyoruz. Türkiye ile ekonomik ve mali politikalar konusunda sabit bir diyaloğumuz var; ortaklaşa araştırma ve diğer tipte projeler yapıyoruz. Ayrıca teknik danışmanlık ve eğitim konusunda işbirliğimiz var. Unutmamak gerekir ki IMF küresel ekonomik koordinasyon konusunda anahtar bir forum. Türkiye’nin de hem gelişmekte olan piyasalardan olması hem de G-20 üyesi olması dolayısıyla IMF’nin burada bir ofise sahip olması önemli.”  Her şey yeni rolüne uygun! Ayrıca yılda bir kez Türkiye’yi gözden geçirmeye devam…


IMF’DEN ÇOK DERS ALDINIZ ÇOK!

Şimdi başbakan diyor ki…
“Bize siyaset öğretmek istediler. Ben siyasetçiyim, ben siyaseti siyasetçiden öğrenirim veya dinlerim. Bir memurdan siyaset dersi almam. Kendilerine bunu anlattım. Eğer bize parasal destek verecekseniz verin. Borcumuzu ödediğimiz zaman sizler bize başka bir şey söylemeyin. Borcumuzu ödemiyorsak gereğini yapın. ‘kusura bakmayın biz sizinle artık anlaşma imzalamıyoruz’ dedik.”
Yok, öyle değil sayın başbakan. Çok ders aldınız çok. 2001 krizinde oluşturulan Güçlü Ekonomiye Geçiş programını iktidara geldikten sonra aynen uyguladınız.
Sonra, 2005 yılında üstelik hiçbir ekonomik gereksinim olmadığı halde üç yıllık bir stand-by daha imzaladınız.
IMF uzmanları bu anlaşmayı nasıl savunmuştu eminim hatırlıyorsunuzdur. Şöyle demişlerdi: imzaladığımız üç yıllık bir program, 2007 Kasımında yapılacak genel seçimler için, hükümete, bir çıpa sağlayacaktır.
Siyaseten de arkanızdalardı yani…
IMF’nin statüsü gereği politika yapmadığı iddia edilir. Oysa başta Amerikan hazinesi olmak üzere küresel sermayenin etkin siyasal araçlarından biridir IMF. Ve o rolünün gereği hep arkanızdaydı. Ve siz onu hiç mahcup etmediniz.
Elbette her öğrencinin hocasına itirazı olabileceği kadar itirazınız oldu ama ders almamak bir yana siz, IMF okulunun en başaralı mezunu oldunuz.


YETKİLİLER IMF SÖZCÜSÜ GİBİ…

Eskiden sadece IMF sözcülerinden duyardık. “Emekli maaşlarını azaltın”, “Ülkenizde işçi ücretleri yüksek” vb. sözleri şimdi herkesten duyar olduk.
Örneğin ne demişti bir önceki Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz enflasyon politikalarına ilişkin açıklama yaparken… “Enflasyon hedefi ile uyumlu bir ücret politikası olmalı. Dolayısı ile maaşların, milli gelir içindeki payının mevcut seviyesini koruması ve artmaması gerekiyor. Memura enflasyon üzerinde zam yapmayın.”
Daha sıcak bir örnek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’ten. Katıldığı bir televizyon programında şöyle demişti Çelik: Geçinmek İçin Asgari Ücret Yeter!
Türkiye’de IMF politikalarının bir parçası olarak hayatımıza giren çalışanların ücretlerine enflasyon hedefi kadar zam yapma politikası aynen duruyor.
Ve bu politika ücretlerin hem enflasyonun gerisinde kalmasına, hem de çalışanların büyümeden pay alamaması sonucunu doğuruyor.
Şimdi artık bir IMF yetkilisinin gelip şunları demesine gerek bile kalmadı: Vergileri artırın.  Özelleştirme yapın. Memur sayısını azaltın. Maaşları kısın, ücretleri bastırın vb.


BORÇ İÇİNDE YÜZERKEN, CAKANIZ BATSIN!

Başbakan diyor ki IMF’ye para verir hale geldik. Duyan da bu ülkenin borcu yok sanır. IMF’den borç alınmadı ama uygulanan IMF politikası sayesinde para veren her kuruluştan borç alındı.
AKP iktidar olduğunda bu ülkenin Türkiye’nin dış borcu 130 milyar dolardı. Şimdi 337 milyar dolar.
Bu borcun üçte biri devletin, yani 103 milyar doları. Böylesi devasa borç dururken “IMF borcunu sıfırladım” havası ne kadar anlamsız değil mi?
Hükümet özel sektörü borçlanmaya teşvik ettikçe ediyor. Kamu ihaleleri dolar ile yapılıyor. Özel sektör yurtdışından borçlanmaya itiliyor.
“Sonuçta IMF boyunduruğu gitsin de ne olursa olsun” diye düşünülebilir.
Ama kazın ayağı öyle değil.
 Bu öyle bir boyunduruk ki, döviz kuru zıplamasın diye ülkenin eli kolu bağlanıyor. Kur düşük tutuldukça da ithalat azdıkça artıyor.
İhracat anca daha çok ithalat yapılarak artırılabiliyor. Ülke sanayisinin ithalata bağımlılığı arttıkça imalat sanayi darbe yiyor, işsizlik sürekli yüksek seyrediyor.
Bu öyle bir boyunduruk ki her geçen gün daha da sıkılaşıyor.


IMF’YE PATRON OLMUŞUZ ÖYLE Mİ?

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası toplantısında başbakan dedi ki: “IMF ile dosya kapanıyor. Ama şunu da söyleyeyim. IMF’nin yüzde 2 küsur ortağıyız. Dolayısıyla, patron durumundayız. Borçlu değiliz”
IMF’de her ülkenin söz hakkı bütçeye verdiği katkı ile orantılı. IMF’de parayı veren düdüğü çalar yani...
IMF bütçesinin yaklaşık yüzde 18’ini ABD finanse ediyor. Almanya ve Japonya’nın yüzde 6,5, Fransa ve İngiltere’nin yüzde 4,5, Çin’in ise yüzde 4’lik payı var.
Türkiye’nin kotası önümüzdeki günlerde artacak. Payı yüzde 0.61’den, yüzde 0.98’e ulaşacak Türkiye, IMF’nin kota sıralamasında 32’nci sıradan 21’nci sıraya yükselecek. Bu tablo içinde Türkiye’nin düdük çalabilmesi, patron olabilmesi olanaklı değil.
Ayrıca icra komitesinde karar almak için yüzde 85 çoğunluk gerekiyor. ABD yüzde 18’lik payı ile veto ederse çoğunluk sağlanamıyor ve karar alınamıyor.
Türkiye patron mu dediniz?


ARTIK ROLÜ BAŞKA!

Son küresel kriz patlak vermeden önce Türkiye’den başka belli başlı müşterisi kalmamış… Çalışanlarının dahi ücretlerini nasıl ödeyeceğini düşünen… Kısacası sinek avlayan bir dükkan sahibine benziyordu IMF!
 Ne zaman böyle itibardan düşse, çok geçmeden bir küresel ‘ekonomik felaket’ yaşanır ve ardından ona yeni bir sorumluluk verilirdi.
Bu sefer de aynen öyle oldu. Bir ekonokit felaket yaşandı ve IMF yeniden göreve çağrıldı. IMF artık en büyük 20 ekonominin yani G-20’nin küresel kriz karşısında ortak hareketinin dümenine geçmiş durumda. Artık kapitalist ekonomiyi kurtarmanın peşinde.


19 STAND-BY 50 MİLYAR DOLAR

IMF’ye 1947 yılında üye olan Türkiye, ilk Stand-By anlaşmasını 1961 yılında imzaladı. Türkiye, Fon’dan bugüne kadar 50 milyar doların üzerinde kaynak kullandı.
1961 yılından itibaren 19 stand-by anlaşması yapıldı. Ve sadece son 2 anlaşma süresi içinde tamamlanabildi.
Şimdi Türkiye, son borç taksitini ödemesinin ardından IMF ile ilişkisini tamamen bitirmeyecek. IMF, yılda bir kez Türkiye’yi gözden geçirmeye devam edecek.
Sürekli yabancı kaynağa ihtiyacı olan… Yeni havalimanı gibi projelerle ihtiyacını giderek arttıran… Kredi notu artsın diye sürekli çabalayan bir ülkenin IMF’nin gözden geçirmelerini, raporlarını dikkate almaması olası değil!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa