Silah bırakılır, kalem asla
Fotoğraf: Envato
Lafla “statü”, talimatla “özgürlük” verilir bu ülkede.
Talimatı veren iktidar sahipleri, “özgürlük” alanlarını da belirler.
Nerede toplanılacağına, kaç kişiyle toplanılırsa terör örgütüne dönüşüleceğine, ne “yazılırsa” terörist olunacağına, ne yazılmazsa “Türk basınının transatlantiği” sayılacağına, neye dokunulursa “marjinal grup” olup dağıtılacağına, “akil yurttaş” statüsüyle hangi mertebede “irfan sahibi” olunacağına, nerede gösteri yapıp iktidara övgü düzüleceğine, nerede toplanılırsa biber gazı tattırılacağına, nevruz ateşinin üzerinden atlamak için koyu renk takım elbise mecburiyeti olup olmadığına, hangi anıtın önüne kaç saniyede çelenk bırakılacağına, 1 Mayıs’ta tatil hakkını lütfeden iktidara laf etmeye kalkanın nereye kadar tazyikli suyla süpürüleceğine, greve çıkan işçinin grev pankartını nereye asacağına, grev gözcüsünün nerede nöbet tutacağına, kimin barış kimin savaş istediğine, kimin toplum için tehdit kimin makbul yurttaş olduğuna onlar karar verirler.
***
Milletin vekillerinin oluşturduğu parlamentonun Başkanı, “özgürlük” değil, “statü” peşinde olduklarını ifşa etti…
“Milletvekilinin bir statüye ihtiyacı var. Bir ‘ayrıcalık” edebiyatıdır tutturuldu gidiyor. Beni koruyan polisin statüsü var, benim statüm yok” dedi…
Onu koruyan polis, 1 Mayıs’ta “statüsü” olmadığı için milletin vekilini biber gazı ve tazyikli suyla asfaltın üzerinde sürükledi. Hem de yüksek “statülü” vali beyin talimatıyla…
Yediği gazla yetinmeyen milletin vekili, “özgürlüğünü” değil “özlük hakkını” statüye kavuşturma hevesiyle son nefesinde şöyle haykırdı: “Milletvekilliği bir itibar mesleğidir!”
Bombalanmış bölgelere inceleme yapmak üzere giremeyen “statü” yoksunu milletin vekilinin “özgürlük” de neyine! Jandarmanın ve polisin barikatlarını aşamayan milletin vekilini protokolde dört basamak yukarı çıkarıp askerin önüne geçirmekle “itibar” kazandırmak yeter de artar bile. Milletin vekiline, milleti adına biber gazıyla beslenme ve tazyikli suyla yıkanma özgürlüğü yetmez mi?
Tutuklanma özgürlüğü ayıbını ortadan kaldıramayan, liderlik sultasına direnemeyen milletin vekiline böyle bir “statü” pek yakışır.
“İmtiyaz” değil de “statü” savunmasıyla millete yutturulan yasa teklifinden sonradan imzasını çekmek zorunda kalan muhalefet partilerine iktidar partisinin resti gecikmedi: “Eğer samimilerse bu kanunda verilen imkanlardan istifade etmesinler.”
Tek Partinin başkan yardımcısı dedi ki: “Sayın Başbakanımızın bu kanun teklifinden haberi yok, gazetelerden okumuş…”
Tek Adamın (Başbakan) Yardımcısı dedi ki: “Grup başkan vekillerinin attığı imza genel başkan adınadır, genel başkanla istişare edilerek atılmıştır. Silah mı dayadılar kafanıza buna imza atın diye?”
Hadi buyurun bakalım, yalancıktan “statü” sofrasına…
***
Toplumun “özgürlüğü” ve “statüsünü” umursamayan muktedirler olarak siz bu ayrıcalıkları er veya geç yasalaştırırsınız. Fakat el birliğiyle yeni imtiyazlar peşinde koşanlara, o statü heveslisi parlamentonun başkanına ve bu ülkeyi kuralsız yönetme sevdalılarına aynı cümlelerle şunu da hatırlatmak gerekiyor: “Gazetecinin de bir statüye ihtiyacı var. Bir ‘terörist’ edebiyatıdır tutturuldu gidiyor. Herkesin imtiyazı, statüsü, koruması var; gazeteciyi devlete ve patrona karşı koruyan tek bir kural yok!”
***
Basından Sorumlu Başbakan Yardımcısı, Tek Adam’ın tüm çırpınışlarına rağmen silahları ellerinde sınır dışına çekilen PKK’lılar için, “Silahlar bizde kalabilirdi, onlar gittikleri yerde yeni silahlar alırlardı” buyurmuşlar.
Bunu ulu orta tekrarlamadan önce keşke devletin “gerilla taktiklerini” çok iyi bilen silahlı kuvvetlerine bir danışsalardı. Zira “komando” eğitimi, “gerilla” eğitimine eş değerdir. Onlar, dağdaki patikalardan, ormanın derinliklerinden yürüyen insanların silahsız kalmasının ne anlama geldiğini son derece gerçekçi bir dille rapor ederlerdi mutlaka. Devletin egemenleri, bunu yapmamışlar besbelli ya da bile bile iyi niyetliymişler gibi etrafa selam gönderiyorlar.
Öyle ya da böyle, anlaşılıyor ki, dağda silahla dolaşmak artık bir tehdit sayılmıyor.
Fakat bu ülkede kalemin gücü hâlâ büyük bir tehdit olarak algılanıyor.
Silahlı militanlar “özgürce” geri çekilebiliyor; silahsız “teröristler” hâlâ özgürlüklerinden mahrum.
Parlamentoda kabul edilen hiçbir “yargı paketi” kalemlerin özgürlüğünü sağlayamıyor.
Herkes o kadar memnun ki, parlamenterler kendilerini liderlerine ve devlete karşı özgürleştirecek düzenlemeleri talep edemiyor ama özlük haklarının imtiyaza dönüştürülmesinden medet umuyor.
Acaba bu gazeteciler cezaevine tıkılırken “akıllarını” dışarıda bıraksalardı, iktidar mensupları ve parlamenterler birazcık nasiplenirler miydi? Nasıl olsa, gazeteciler, girdikleri “F Tipi kapalı eğitim kurumlarında” akıllarını yenileme, tazeleme, geliştirme imkanı bulurlardı. Akıllı girip akılsız çıkacak değillerdi ya!
Ya da bu gazeteciler cezaevine girerken “vicdanlarını” dışarıda bıraksalardı, bu ülkenin vicdansızları, zalim muktedirleri biraz olsun nasiplenirler miydi? Gazeteciler, kendisini yeniden üretip büyütecek kadar bir vicdan kırıntısını nasıl olsa “sol memelerinin altındaki cevahirde” bulurlardı. Vicdanlı girip, vicdansız ucubelere dönüşecek değillerdi ya!
Veya bu gazeteciler, cezaevine doldurulurken, “kalemlerini” dışarıda bıraksalardı, bu ülkenin cahil idarecileri o kalemlerden damlayan mürekkepten yalayıp birazcık aydınlanabilirler miydi?
Yok, hayır… Kalem namustur, bırakılmaz.
Silahlar bırakılır ama kalem terk edilmez!
O gazeteciler, kalemlerini teslim etmeyecekleri bilindiği için hâlâ hapisteler.
Başbakanın Yardımcısı buyurmuş: “Silah satın almak dünyada en kolay şey!”
O gazeteciler, kalemlerini satın almak “Dünyanın en zor şeyi” olduğu için hâlâ hapisteler.
Keşke onların yazdıklarını okuyup, birazcık insanlıktan nasiplenebilseydiniz.
***
Sevgili okuyucu, hukuk fakültesi sınavlarımın yanı sıra bir dizi yoğunluk arasında yazı yazmaya fırsat bulamayacağım endişesindeyim. O nedenle, bunu, bu sütunlardaki son yazım olarak kabul etmenizi ve bana belirsiz bir süreliğine izin vermenizi diliyorum.
Bana bu zamana kadar bu fırsatı veren ve yazmam için cesaretlendiren herkese şükranlarımı sunuyorum. Umarım tekrar görüşebiliriz.
- Anayasa askıya alındı, Recepyasa yürürlükte 09 Mayıs 2013 09:35
- Toplumun evrensel değerleri 18 Nisan 2013 10:13
- Akil insan dedem 04 Nisan 2013 09:49
- Çamur banyosu 28 Mart 2013 11:10
- Sanık ayağa kalk 14 Mart 2013 10:55
- Kim batsın, kim kalsın? 07 Mart 2013 10:04
- Yarasa mı? Terörist mi? 28 Şubat 2013 09:12
- Devleti yıpratan hükümet 22 Şubat 2013 04:00
- Hükümeti yıpratan yargı 14 Şubat 2013 09:53
- İfadelerin sefaleti 07 Şubat 2013 09:52
- Palavra ya da palaver 31 Ocak 2013 10:15
- Şeytan kim? 24 Ocak 2013 11:32