Demokratik bir Suriye talebinde ısrar!
Fotoğraf: Envato
Dün bu köşede, Cenevre Konferansı öncesinde bu konferansa katılacak güçlerin nasıl katılacaklarına, özellikle Rusya ve ABD arasındaki Doğu Akdeniz’deki hegemonya mücadelesinin bu aşamadaki “vaziyetine” değinmiştik. Bugün ise, Cenevre’de masaya oturacak güçlerin sıcak koltuklarında alacakları kararların öyle kolay uygulanamayacağı, özellikle ABD cenahındaki güçlerin yeniden mevzilenirken hangi yeni çatışmalara sürüklenebileceğine, daha da önemlisi Türkiye’nin demokrasi güçlerinin muhtemel görevlerine değineceğiz.
ABD ve Rusya, kendi taraflarında, onlar adına savaşan güçlerle bir sonuç alamayacaklarını anladıkları için sorunu, en azından bugün önemli olan yanlarıyla “masada çözmeye” karar vermişlerdir. Muhtemeldir ki, amaçlarına varmak için de rejimle “muhalefetin” ABD-Rusya himayesinde görüşüp bir uzlaşmaya varmaları için çalışacaklardır.
Ancak muhalefet içindeki el Kaideci Nusra Cephesi ve cihatçı grupların oluşturduğu silahlı, şeriatçı güçler önemli bir sorundur. Bugüne kadar bu güçlerle Suriye’ye müdahale eden Türkiye, Katar, Suudi Arabistan da bu güçlerle aralarına mesafe koymak durumundadır. Erdoğan’la Obama bu konuda, “Suriye’de terörist grupların yuvalanmasına müsaade etmeyecekleri” konusunda anlaşmışlardır. Bu durum muhtemel bir siyasi geçiş süreci için en önemli handikaptır. Çünkü bu güçlerin Erdoğan’ın bu açıklaması ve bunun devamı olarak bu grupların faaliyetlerini sınırlama, yardımları kesme gibi girişimlere karşı, kendilerini ihanete uğramış sayarak Türkiye’ye yönelik saldırılara girişmesi, bugüne kadar bölgede sağladıkları dayanak ve ilişkilerle savaşı Türkiye’ye taşıyarak varlıklarını sürdürmek istemeleri hiç de olasılık dışında değildir. Şüphe yok ki bu güçler, Suriye içinde terörist eylemlerini artırarak, kendilerini hesaba katmadan Suriye’de yeni bir rejimin kurulmayacağını da göstermek isteyeceklerdir. Bu yüzden de “ABD-Rusya barışı”, savaşı daha da şiddetlendirecek sonuçlara gebedir.
Öte yandan ÖSO’nun içindeki Arap milliyetçisi güçlerin ve kimi mezhepçi odakların, bazı aşiretlerin, ABD-Rusya uzlaşmasından hoşnutsuz olmaları ve siyasi geçiş sürecini engelleyecek taktikler geliştirmekten geri durmayacakları da bilinmez değildir. Ve tabii bölgesel gericiliklerin özellikle de İran’ın Suriye üstünden bir uzlaşmayla İran’ın da pazarlık masasına getirilmesi ve İran’a yönelik ekonomik, diplomatik kuşatma ve örtülü operasyonları da kapsayan askeri müdahalenin etkinleştirildiğini görerek süreci tıkama yönünde etkin hamleler yapması da şaşırtıcı olmaz.
Öte yandan Esad ve rejim güçlerinin son haftalarda muhalefete karşısında bazı stratejik noktaları ele geçirerek sürdürdüğü saldırılara devam etmesi, muhalefeti mümkün olduğu kadar etkisiz bir noktada masaya oturmak zorunda bırakmak için çatışmaları büyütmesi de beklenemez değildir.
Sadece onlar değil bugün “Suriye’ye Amerikan müdahalesi var ve AKP Hükümeti Suriye’yi karıştırıyor” gerekçesi arkasında Türk Bayrağı sallayıp Esadcılık üstünden Arap-Alevi kesimlerin talep ve duygularını istismar etmeyi politika edinen çevrelerin de zorlanacağı, kendilerini bir ABD’nin bir Rusya’nın arkasına atarak politika yapmaya çalışacakları bir süreçtir bu. Çünkü bunlar için en kolayı Rusya’nın safına girip antiamerikancılık yapmaktır ama bu saatten sonra özellikle de ABD ve Rusya aynı safa girmiş, Suriye rejimini de adım adım tasfiye etmeye yöneldikleri bir süreçte böyle antiamerikancılığı, hatta böyle anti AKP’ciliği halka kolay yutturamayacaklardır.
Kürt sorununun çözüm tartışmalarında olduğu gibi Suriye’de de silahın, kitlesel imhaların devre dışı bırakıldığı bir süreç elbette gerçeğin halk yığınları tarafından anlaşılması için yeni imkanlar sunacaktır. Ancak, bizler için sorunun az çok barışçıl ve gerçekçi çözümünün ABD ve Rusya’nın çıkarlarının dışında olduğu, bu iki emperyalist mihrakın bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden biçimlendirilmesine karşı mücadelenin bugün daha da önem kazandığı apaçıktır.
Bölge ülkelerinin ABD ve Rusya’nın üssü olmaktan çıkarılması, halkların kardeş olduğu demokratik ülkeler olarak biçimlenmesi, ulusların kendi kaderini tayin hakkına saygının bölgede barışın temeli olduğu gerçeğinin merkezinde olduğu bir aydınlatma faaliyeti ve bu süreçte işçi sınıfı ve halk yığınlarının bu tartışmaya çekilerek halkın, kendi demokrasisinin tarafı haine getirilmesi mücadelesi burada en önemli görevdir. Bugün bu görevin aciliyeti ve önemi artmıştır.
Bu açıdan sınıf partisi basınıyla, yayınıyla, ülkenin her yanındaki örgütleriyle “ulusalcı hezeyanlara” karşı mücadele edip bu görevi yerine getirmek üzere seferber olurken, tüm demokrasi güçleriyle ortak bir mevziye girmeyi de asla ihmal etmeyecektir. Rusya-ABD ittifakının Suriye ve Doğu Akdeniz’de emperyalist bir uzlaşmayla müdahalelerini sürdürmelerine karşı mücadele de ancak bu zeminde mümkün ve anlamlı hale gelebilir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00