23 Mayıs 2013 13:23

2000'ler Türkiye'sinde makbul köşe yazarı olmak

2000'ler Türkiye'sinde makbul köşe yazarı olmak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Merhaba.

Bu ilk yazımın başlığını iki değerli akademisyenden esinlenerek attım: Prof. Füsun Üstel ve Doç. Zeynep Gambetti. Füsun Üstel, Makbul Vatandaşın İzinde adlı kitabında, II. Meşrutiyet’ten bugüne uzanan süreçte öne çıkan “milli vatandaşlık terbiyesini” anlatır ve Osmanlı’dan günümüze devlet eksenli militan yurttaş yaratma serüvenini inceler. Gambetti ise, son dönem neoliberalizm incelemelerinde, “makbul vatandaş” terimini sıkça kullanır. Ona göre, neoliberal sistem her şeyi piyasalaştırırken, sermayenin satın alamayacağı hiçbir şeyin kalmamasını hedeflemektedir. Dünyanın pek çok yerinde yeni muhafazakar partiler ve liderler tarafından empoze edilen bu düzende “makbul vatandaş”, düşünmeyen, sorgulamayan, işbirlikçi, örgütsüz, güvencesiz, düzenin müşterisi haline gelmiş, pasif tüketicidir… Sessiz kaldıkça ödüllendirilir; itaatin konforunu yaşar.

Gambetti, bu makbul yurttaş tanımını bir adım daha öteye götürerek dönemin “makbul akademisyen” yarattığına da vurgu yapar. Nitekim, 10 Mayısta Füsun Hoca’nın ve Zeynep Hoca’nın da düzenleyicilerinden olduğu bir panelde, GIT Türkiye (Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu) çatısı altında, neoliberalizmin bilim ve düşün dünyamızda yarattığı benzer dönüşümleri konuştuk. Piyasanın onu arzulayacak olan bilimi sevdiğini, artık bilimsel üretimin her zamankinden daha çok piyasa endeksli olduğunu ve bu piyasa baskısının özellikle ülkemizin hassas konularını çalışan sosyal bilimcileri hedef aldığını dile getirdik. Makbul olmayan akademisyenlere yaşatılan zorluklardan, güvencesizlikten, kısıtlanan akademik özgürlüklerden bahsettik. Tüm bu olumsuzluklara rağmen baskılara direnen onurlu bilim insanlarını dinledik.   

2000’ler Türkiye’sinde piyasalaşmış düşün dünyasının bir ayağı da toplumsal gündemi belirleyen ve sosyal olaylara hangi perspektiften bakmamız gerektiğinin çerçevesini çizen gazetecilik alanı.  Özellikle çok satan gazeteleri ve televizyon kanallarını barındıran holding  basını, adeta “makbul gazeteci” barındırma merkezi haline gelmiş durumda. Düzenin bekçisi olan gazeteciler mesleki anlamda maddi-manevi “yükseltilirken” (Şişirilirken de denilebilir), iktidarın görünen veya görünmeyen paydaşlarını karşısına alacak haber-yorum üretenler  birer birer gazetecilik alanının dışına itiliyor. Sisteme uyum sağlayanlar konforlu köşelerinde “makbul” yazılarını yazmaya devam ederken, eleştirel ve sorgulayıcı gazeteciler ya düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasalarla hapse atılıyor, ya marja itiliyor ya da başlarına bir felaket gelir korkusuyla otosansüre teşvik ediliyorlar. Korku ve baskıyla yola gelmeyen, “makulleşmeyen” olursa, onların da konforlu köşeleri bir gecede ellerinden alınıveriyor. Türkiye’nin büyük basını, bugün aslında senaryosu Ankara-Pensilvanya ekseninde yazılan çok trajik bir oyunun son perdesini oynuyor. Buna bir de İstanbul merkezli iş ve reklam dünyasının baskıları eklenince, oyunun senaryosu adeta korku tüneline dönüşüyor.

Bu koşullar altında, Evrensel’de yazmanın benim açımdan en konforlu yanı, devletin makbul gazetecisi olmayı reddedenlerle ve neoliberalizmin çarpık düzenine sistematik eleştiri getirenlerle aynı çatı altında çalışmak olacak. Burada, piyasa-sermaye birikimini sağlayacak veya buna elverişli zemini hazırlayacak bilgi veya haber üretilmiyor. Tam tersine, devlet-piyasa-sermaye iş birliğinin başımıza ördüğü çoraplar haber oluyor. Bu, holding medyasında göremediğimiz, göremeyeceğimiz bir şey. Bir de, Evrensel artık Metin Göktepe’yle özdeşleşmiş bir gazete. Onun gazeteciliğe adanmış kısa ömrüne ve haber peşinde koşarken düzenin makbul polisleri tarafından acımasızca sonlandırılan mesleki azmine saygıyla, hepinize tekrar merhaba.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa