28 Mayıs 2013 10:33

Barışın toplumsallaştırılması ve sağlık

Barışın toplumsallaştırılması ve sağlık

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Barış ve demokrasi...
Nicedir bu ülkede kamu çalışanları “dil tazminatı” almakta. Çek dilinden Rusçaya, İngilizceden Japoncaya hangi dili bilirseniz bilin düzenlenen sınavda başarılı olduktan sonra maaşınız zam görüyor. Ama birkaçı hariç! Tahmin etmeniz zor olmadı sanırım. Kürtçe, Lazca, Çerkesçe, Süryanice bilirseniz bu haktan mahrumsunuz. Şimdi sorma zamanı; bir Kürt, Laz veya Süryani köyüne atanmış hekim, hemşire, ebe veya öğretmenin Çek dilini bilmesi nasıl bir fayda sağlıyor halk adına? Elbette tüm diller değerlidir ve öğrenilmesi teşvik edilmelidir; itirazımız buna değil. Ama bu ülkede milyonlar ana dillerinde sağlık, eğitim hizmeti alamamanın mağduru kılınmışken bu adaletsizlik neden?
 Oysa bırakalım ana dili Türkçe olmayan kamu çalışanlarının ikinci bir dili konuşma zenginliğini, ana dili Türkçe olanlar neden özendirilmez bu ülkenin kardeş dillerini öğrenmeye?
“Barışın toplumsallaştırılması” bahsinde kamusal alandaki turnusollerinden birisi de en kısa zamanda Kürtçe, Süryanice, Lazca ve diğer konuşulan Anadolu dillerini bilenlere de dil tazminatı verilip verilmeyeceğidir.
Barış ve demokrasi..
Uğruna nesillerin baş koyduğu bu iki güzel sözcük hafta sonu Ankara’da Barış ve Demokrasi Konferansı’nda yeniden hayat buldu. Yaklaşık beşyüz davetli katılımcının olduğu konferansın sonuç bildirgesinden bir cümleyi yeniden hatırlamakta yarar var. “Eşit ve ortak demokratik gelecek kurmak için birlikte hareket etmeye, çözüm inisiyatifini geliştirmeye ve toplumsallaşan bir barış hareketini örmeye karar verdik” Konferans başlıklarından birisi  ‘Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaşması ve Demokratik Siyaset’ olup ben de yer aldım. Konferans boyunca sağlık alanından payımıza düşenleri düşünürken yukarıda değindiğim “dil tazminatı” meselesi yanı sıra “aydınlatılmış onam” meselesini de yeniden tartışmamız gerektiğini düşündüm. Bırakın Diyarbakır’ın Mardin’in köylerini İzmir’den Aydın’a, İstanbul’dan Ordu’ya cümle kent hastaneleri Türkçe bilmeyen nice hastanın uğradığı ayrımcılığa tanıktır. Ayrımcılığın en kötüsü yasa / yönetmelik önünde benzer mağduriyetlerin denk sonuçlanmayacağı algısı olsa gerek.
Bu bahsi biraz açmakta yarar var. Malum sağlık hakkı son hız metalaştırılıp piyasanın insafına terk edilmekte. Doğası gereği olası hekimlik hataları da piyasalaşmadan nasibini alıyor. Bu nedenledir ki ülkede ilk kez bir meslek grubunun yani hekimlerin tamamı özel sigorta şirketlerinden kendilerini sigortalatmak zorunda bırakıldı yasa ile. Nicedir ameliyat olan hasta ve yakınlarının da gözlemlediği üzere hastalardan aydınlatılmış onam alınmaktadır. Onam dediğimiz “Bana yapılacak ameliyat ve tedavi yolları tüm açıklığı ile, olası riskler dahil anlatıldı” cümlesi ile başlayıp birkaç sayfa süren bir metnin altına hastanın kabul ediyorum yazıp imzalaması işlemidir. Bir anlamda hekim olası yargı süreçlerinde kendisini garantiye alır. Peki resmi dil bilmeyen hastalarda nasıl oluyor bu? Özellikle acil sağlık sorunlarında hasta ve yakınlarının çaresizliği yeterli bilmediği dilde anlamadığı bir metnin altına imza, parmak basma konusunda onları ayrımcılığın öznesi kılıyor.
Aydınlatılmış onam bahsinde asıl tehlikeli olan Türkçe bilmeyen ama turist de olmayan hastalar ile Türkçe bilen hastalar arasında hekimlerin risk algısındaki eşitsizliktir. Sakın sağlık ortamının bilinçaltı, resmi dili konuşamayan Kürt hastaların olası tıbbi uygulama hatalarının mağduru da olsa şikayetçi olmayacağı, olsa dahi adil yargılamanın uzağına düşeceği algısına dayanıyor olmasın?
Konferansın sonuç bildirgesinde yer alan “Başta kimlik, dil ve kültürel haklar olmak üzere temel hak ve özgürlükler pazarlık konusu edilmemelidir. Bu haklar önündeki engeller müzakere konusu dahi edilmeden iade edilmelidir.” tespiti bu anlamda önemli. “Müzakere sürecinin dil ve üslubu önemlidir. Tüm kesimleri dil ve üslup konusunda dikkatli olmaya davet ediyoruz.” diyor konferansın sonuç bildirgesi. Peki sağlıkçılara düşen nedir derseniz bu başlıkta ‘Kürtçe öğrenmeye başlamalarıdır’ diyebilirim. Bu ülkede yüz yirmi bini aşkın hekim, çok daha fazla ebe ve hemşire var. Bunca sağlıkçıdan bırakalım tamamını misal bin kişi çıkıp dese ki “Benim ana dilim Türkçe ama biz yüz kelime de olsa Kürtçe öğreneceğiz” toplumsal karşılığı beklenenden fazla olabilir.
Barışın sağlık alanında toplumsallaştırılması sürecinde Kürt sağlıkçıların da yapabilecekleri var elbet. Misal ana dilini konuşamayan sağlıkçılar ana dili Kürtçe olmayan arkadaşlarından yardım talep edebilirler. “Ana dilim Kürtçeyi konuşamıyorum. Ana dilimi öğrenirken birkaç kelime de sen öğrenip bana öğretir misin?​” diyebilmek, bunu kolektif bir irade ile hayatın, kurumların içlerine taşımak önemlidir.
Sağlıcakla kalıp barışla daim olmak dileği ile...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa