29 Mayıs 2013

Değişen paradigmayı doğru okumak

Türkiye’nin ana sorun kaynağı olan Kürt meselesinde yılların hakim paradigmasının, yerini yepyeni bir paradigmaya bıraktığı günleri yaşıyoruz. Yeni paradigma Abdullah Öcalan’ın Newroz’da meydanlarda okunan mektubu artık silaha dayalı konseptin, yerini demokratik siyasete terk ettiği ve hakların demokratik siyasetle talep edileceği anlamına gelmektedir. Yüzyıllık Kürt meselesinde taraflar, birbirlerini yenemeyeceklerini ve öl/öldür politikasını artık yürütemeyeceklerini görmüş gibi görünmektedirler. Bir tarafın barış diğer tarafın çözüm süreci olarak adlandırdığı bu süreç her halükarda eskisi gibi meseleye yaklaşımın artık iflas ettiğini ifade etmektedir. Bölgede otorite kullanan kurumların, yöneticilerin, hatta Kürtler adına siyaset yapanların kendilerini bu paradigmaya göre dönüştürmesinin gereği ortadadır. Taraflar, yeni sürece göre kendilerini dönüştürüp, tavır almak, mevcut tutum ve davranışlarını gözden geçirmek zorundadırlar.
Ancak, böyle olmakla beraber Kürt Meselesinde değişen paradigmanın birçok kesimce doğru okunmadığı/algılanamadığı gerçeği ortadadır. Kürdistan’da bölgesel otoritenin şimdiye kadar Kürt karşıtlığı üzerinden kendisini kurumsallaştırdığı, var ettiği gerçeği bilinmektedir. Bu karşıtlık hâlâ kendini önemli ölçüde devam ettirmektedir. Halbuki gelinen süreç, artık bu karşıtlıkların minimalize edildiği bir ortama ihtiyaç duymaktadır. Özellikle, başta bölge üniversiteleri olmak üzere mülki idarenin alışık olduğu ve şimdiye kadar devam ettirdiği bu karşıtlık üzerinden, bırakın sürecin bir parçası olmalarını, tam tersine sürecin önünde birer bariyer konumuna gelebilecekleri/geldikleri ortadadır. Sürecin başladığı tarihten bu yana yaşananlar göz önüne alındığında bu konuda maalesef olumlu gelişmelerin yaşandığı iddia edilemez. Bahsi geçen kurumların kendi pozisyonlarını olduğu gibi koruduklarına şahitlik ediyoruz. Örneğin, farklı bölgelerde çalışmalarını yürüten akil insan komisyonlarının başlıca uğrak yeri veya çalışmalarının önemli bir kısmını yürüttükleri mekanlar üniversiteler olurken maalesef bunun bölge üniversiteleri için söylenmesi imkansızdır. Bölge üniversiteleri bırakın çalışmalara destek vermelerini böyle bir iklim yokmuş gibi üç maymunu oynamaya devam etmektedirler. Hatta fiili engelleme imkanı bulsalar bunu kullanacaklarından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Burada bölge dışındaki üniversitelerin çok demokratik olduklarını kastetmiyorum. Onları iktidara getiren ve yönetimlerini sürdürmelerine neden olan yaklaşımın bölge üniversitelerininkinden farklı olduğunu ifade etmek istiyorum.
Bu süreç, 1990’lı yıllardaki gibi köklü bir değişime işaret etmektedir. Bu yıllarda kendisini iki kutuplu, soğuk savaş koşullarına göre konumlandıran dönemin egemenleri, her 10 yılda bir demokrasiye balans ayarı çekenler o dönem, değişen paradigmayı anlayamadılar. Halbuki soğuk savaş dönemi bitmiş, Berlin duvarı yıkılmış, iki kutuplu dünya yerini tek kutuplu dünyaya terk etmiş ve onlara olan ihtiyaç ortadan kalkmıştı. Dönemin egemenleri bu yeni paradigmayı doğru okumadıkları için yönetim erkini kaybettiler. Tabii ki kaybedenler hemen de bir kenara çekilip durumu kabullenemiyorlar. Durumu kabullenemeyen o egemenlerin büyük bir kısmının bugün Silivri’de bulunması şaşırtıcı değildir.
Bugünün bölge erki, 1990’lardaki sürece benzer bir dönemi geçirmektedirler. Bu süreci doğru algılar ve gereği gibi dönüşebilirlerse yönetim erkine katılmaya devam edebilirler. Aksi takdirde süreçle beraber tasfiye olmaktan kurtulamazlar. Hâlâ eski alışkanlık ve Kürt karşıtlığından kaynaklı fırsatçılık üzerinden hareket edenleri tarih ve sürecin kazanımları af etmeyecektir. Kürt karşıtlığı yaparken sorun çözücü taraf olamazsınız. Bu durumda siz çözülürsünüz.
Kürt siyaseti de bir kaos aralığından geçtiğini bilerek, ‘kaos’un kendi lehine sonuç vermesi için, rehavete kapılmadan kendisini örgütlemekten başka çaresi olmadığını gözden ırak tutmamalıdır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et