31 Mayıs 2013

Taksim son birkaç haftadır, “Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine AVM yapılması”yla gündemde. Son bir haftadan beri Gezi Parkı’na AVM’ye karşı olan İstanbullular, kentlerini korumak için Gezi Parkı’nda nöbete durarak, kentlerini savunuyorlar. Ancak bütün hak ve özgürlük mücadelelerinde olduğu gibi bu direniş de günlerdir buldozerler eşliğindeki polisin TOMA’lı, biber gazlı, coplu saldırısıyla kırılmak isteniyor. Ki, bu saldırının dün bir “Taksim Meydan Savaşı”na dönüştüğüne tanık olduk.
Bu saldırının böyle ağaçların sökülüp, duvarların yıkılması, insanların canına kasteden vahşice bir düzeye çıkması, bir vandalizme dönüşmesi, Başbakanın 3. Köprü’nün temel atma töreninde; Gezi Parkı için direnen halka; “Birileri Taksim Gezi Parkı şöyle olmuş, böyle olmuş, orada gelip gösteri yapacaklar şudur budur vesaire. Ne yaparsınız yapın. Biz kararı verdik, verdiğimiz gibi bunu işleyeceğiz” demesinden sonra başlamıştır. Bu yüzden de sorun bir yerel yönetimin “Taksim’i Yayalaştırma Projesi”nin bir girişim olarak değil de doğrudan hükümetin, hakları için direnen, adalet talep eden halk kesimlerine karşı aldığı saldırgan tutumun bir ifadesi olarak görmek gerekir.
Günlerdir yerel yönetimin bir projesi üstünden kentin çeşitli yerlerinde kıyamet kopmaktadır ama ne bu koca kentin Büyükşehir Belediye Başkanı ne de ilçelerin belediye başkanları ya da yetkilileri meydandadır! Başbakan şurayı yıkın, şurada direniş yapanları ezin demekte, emniyet güçleri harekete geçip gereğini yapmaktadırlar.
Başbakanın yerel yönetimi, yerel yöneticileri ezip geçme tutumu, sadece Gezi Parkı için de değil; Çamlıca Camisi, Üçüncü Boğaz Köprüsü (Yavuz Sultan Selim Köprüsü!) için de “Çılgın Proje”, İstanbul’a “üçüncü hava limanı”,… için de böyle olmuş; yerel yönetimler bir tarafa itilerek, Hükümet ve büyük inşaat firmaları kentin gerçek yöneticileri olarak ortaya çıkmışlardır!
Açıkça görülmektedir ki, Erdoğan ve yönetimi hızla büyüyen kentlerde ortaya çıkan büyük rantı yerel ve merkezi iktidarının zeminini oluşturan sermaye güçlerini kendisine bağlamak için kullanmaktadır. İstanbullular başta olmak üzere tüm kentlerin halkı, eğer kentlerin yaşanır bir kent olmasında ısrar etmez, yaşanılır bir kentte yaşamayı savunmazlarsa, beton yığınları içinde yaşayıp; dünyadan, kültürden sanattan, siyasetten bihaber kuru kalabalıklar olmaya mahkum edileceklerdir. Bunun için de sadece zaman zaman direnmek değil, örgütlenmek ve talepleri için mücadeleyi bir yaşam tarzına dönüştürmek zorundadırlar.
İzliyoruz:, Taksim’de birkaç gündür direnenler için TV ve gazetelerin haberci ve yorumcuları, “Bunlar siyasi kişiler değil. Sadece yeşili, ağacı, parkları seven vatandaşlar. Bunlara niye polis sert davranıyor?​” diye emniyet güçlerini eleştiriyorlar.
“Eh buna da şükür! Ya bir de polisi destekleselerdi” denebilir. Ama şu da çok açık ki, kenti yağmalayan, doğadan, ağaçtan, yeşilden çok yağmayı ve rantı sevenlerin dişlerinden tırnaklarına örgütlenip, siyasi iktidarı da eline geçirmiş oldukları bir dünyada sadece ağaç ve doğa sevgisi üstünden zaman zaman verilecek öfkeli tepkilerin yetmeyeceği de açıktır. Yani hem üçüncü köprüye, Gezi Parkı’na AVM’ye karşı çıkıp hem de AKP’ye destek vermek olmaz, olmamalı! Tabii ki bu politikalara destek veren diğer partilere karşı da tutum almak gerek. Çünkü bu yaklaşım sadece, eleştiriler ve tepkiler karşısında AKP’yi daha dayanaklı hale getirir! Tersine eğer başarılı olunmak isteniyorsa bu tepkileri, eleştirileri iktidarı değiştirme, çevreyi, insanı, kenti, emeği esas alan bir siyaset etrafında birleşip mücadele etmek gerektiğine kadar götürmek gerekir.
Onun içindir ki çevre mücadelesinin siyasi bir hatta girmemesi onun gücüymüş gibi görülmesi bir yanılgıdır. Tersine çevre mücadelesinin sanki politika dışı bir mücadele alanı olarak görülmesi bu mücadelenin zaafıdır. AKP’ye onun ekonomik politikalarına, kentleri bir rant alanına dönüştürerek dayandığı sermaye kesimlerine güç veren politikalar geliştirilmesine, onun “muhafazakar toplum inşası”nın “sermayesi” olduğunu görerek tutum almak gerekmektedir.
Bugün, sadece kimi sembolik “eserlerle”  kendi adını yüceltmek isteyen bir güçle değil Taksim’de Gezi Parkına, “Ben şöyle bir kentte yaşamak istemiyorum“ diye itiraz edenlere bile savaş ilan etmeyi göze almış bir zihniyetle karşı karşıyayız.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et