3 Haziran 2013
DİĞER YAZILARI

Aramızdan ayrılalı 50 yıl olmuş. 3 Haziran 1963 yüreğimi burkan belleğime kazılmış bir tarih. Henüz üniversite öğrencisiydim ama tüm yasaklara rağmen şiirlerinle çok daha erken yaşlarda tanıştım. Seninle aynı topraklarda doğmuş olmanın onurunu taşıdım yaşantım boyunca. 2013 Haziran’ın bu ilk günlerinde Taksim Gezi Parkı olaylarının tasa ve sevinçli yanlarını da seninle paylaşmak istedim. Çünkü öteden beri devlet erkinin Nâzımı ve yapıtlarını toplumdan özellikle de gençlikten uzak tutma çabaları hiç başarıya ulaşmadı. Taksim Gezi direnişinde yine sen, şiirlerin ve şiirlerinden bestelenen şarkılar vardı. Özgürlüğün, barışın direnişin simgesiydin o çok sevdiğin halkınla birlikte.
Acı olan şu ki Nâzım usta;1946’da yola çıkılan çağdaş demokrasiye ulaşma amacı, giderek kavuşulması güçleşen imkansız bir aşka dönüşüyor. Gelip geçen iktidarlar totaliter yönetim biçimlerine sevdalılar. Parti içi demokrasinin olmadığı, liderlere biat edilen bir ortamda özgürce siyaset nasıl yapılabilir ki? İnsana, emeğe, ağaca, ormana değer verilmeyen, rant hırsıyla kentlerde halkların yaşamsal alanlarını sürekli azaltan, yeşili talan eden bir siyasetten çok seslilik beklemek mümkün mü? Basın mesleğinde uzun yılların geçti usta. Doğaya, insana, ana dilin bir nakış gibi işlenmesi üzerine, sanat üstüne, sevmek ve inanmak üstüne kotardığın düz yazılarını anımsıyorum. Özü kaçırmayan kısa ama doyurucu yazım biçimine de şiirlerin kadar hayrandım. Günümüzde medya çeşitlendi ama gazetecilik ve gazeteler sizlere ömür usta. Görünürde sansür yok ama kafalarda oto sansür var. İktidarı kızdıracak ürkütecek haber yapmaktan ödü patlıyor ana akım dediğimiz sermaye yoğun medyanın. Ana akım medyanın Taksim Gezi Parkı olaylarını halktan gizleme gayretine girdiğini düşünebiliyor musun Nâzım usta? Onca olay, onca çatışma televizyon ekranlarına yansımıyor. Yansıyanlar da devlet bülteni gibi. Gazeteler promosyon vermiyor artık çünkü kendileri promosyon. O ölesiye sevdiğin İstanbul’u Haziranın bu ilk günlerinde çiçek kokuları, kuş cıvıltıları yerine siren sesleri biber ve portakal gazlarının insanın gözünü, burnunu, boğazını yakan kesif dumanı sardı. Şimdilerde komünist olmak, solcu olmak kadar tehlikeli çevreci olmak, parklara, yeşil alanlara sahip çıkmak istemek, ranta karşı durmak… Polis şiddeti tek parti dönemini aratmıyor Usta. Baskı ve zulüm alabildiğine sürüyor. Hak haberciliği yapan, halktan kopmayan gazeteciler, yazarlar cezaevlerinde, ya da işsiz. İktidara sorarsanız ileri demokrasi içindeyiz. Dünya efkarı bize bir garip baksa da…    

Nazım Usta olayları hüzünle izlerken, evimde bile biber gazından kurtulamamış, bitkin düşmüşken, senin o çok sevdiğim, yazılarımda da çok kez okurla paylaştığım “Korku” şiirin geldi takıldı usuma. Hani ABD’li siyahi şarkıcı, tiyatro sanatçısı ve aktivist Paul Robeson için yazdığın şiir. Hani Dünya Uluslararası  Barış ödülünü Neruda Pıcasso ve seninle birlikte paylaşan o güzel insana 1949 Bursa cezaevinde yazdığın o unutulmaz  şiir:
“    Korku
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
     inci dişli zenci kardeşim
         kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizi söyletmiyorlar bize
Korkuyorlar Robson
şafaktan korkuyorlar,
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
(Sizin de bir Ferhad’ınız vardır elbet Robson, adı ne?)
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar,
 akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar.
Ne iskonto, ne komisyon, ne vâde isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine.
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar, ümitten.
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
                                      türkülerimizden korkuyorlar.”
    
İyi ki bu dünyamızı varlığınla gönendirdin büyük usta. Karanlıkta ışığımız, yaşantımızda rehberimiz oldun. Işıklar içinde yat.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et