Demokrasi ve Barış Konferansı'ndan Gezi Parkı'na
Ankara’da, 25-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen Konferans ile ilgili olarak, gazete ve dergilerde geçtiğimiz hafta pek çok haber ve yorum paylaşıldı. TV’lerde tartışma oturumları yapıldı. Çağrıcılarından katılımcılarına, çalışma grupları raporlarından sonuç bildirgesine ve yapılan konuşmalara değin birçok yönüyle ele alındı. O nedenle hem tekrara düşmemek hem de ilave olarak farklı kaygılar da taşıdığım için konferansın katılımcılarının tutumları ile beklentilerini ve beni heyecanlandıran, aynı zamanda umutlandıran bir başka yönünü, katılımcıların bileşenini paylaşmak istiyorum.
Öncelikle belirtmeliyim ki konuşmacıların büyük çoğunluğu Türkiye’nin yeniden nasıl yapılanması gerektiği ile ilgiliydiler. Yeniden yapılanmayı olabildiğince ayrıntılı olarak ele alarak, hem sınıfsal hem de haklar perspektifinde incelediler. Olması gerekenlerin, beklentilerinin neler olduğunu sistematik bir biçimde sıraladılar. Sıraladıklarının yapılması gereken TALEPleri olduğunu büyük bir içtenlikle ifade ettiler.
Yukarıda genellemeye çalıştığım bağlamdaki sunumların temel aldığı ön kabulün ilkini; müzakere sürecinin başarıyla tamamlandığı ve barışın sağlanmış-sağlanmakta olduğu; biçiminde özetleyebilirim. Kısaca, “memlekette yangın söndürülmüş, sıra yeniden kuruluşa yapılanmaya gelmişti”. İkincisi de kendileri özne değil, sanki aşkın özneler. “Konuklar talep edecek, konferansın ‘sahipleri’de hayata geçirecekler”.
Kürt sorununun siyasi çözümü için 1993 yılından bu yana yedi defa kesintiye uğramış bir müzakere sürecinin tanıkları için akıl alır bir durum değil. Sonuncusunda da bugüne kadar, kamu görevlilerinin salı verilmesinden, gerillaların Türkiye’den çekilmeye başlamasına kadar hemen bütün somut adımlar Kürt tarafınca atıldı. Hükümet tarafının ‘akil insanlar’ uygulaması ve TBMM’de kurduğu çalışma grubu dışında her hangi bir somut uygulaması yok. Bir program açıklanmış değil. Kürt hareketinin bileşenlerinden ne BDP, ne KCK, ne de Avrupa müzakerenin muhatabı kabul edilen Abdullah Öcalan ile doğrudan görüşemiyor. Dolaylı ve devlet gözetimli görüşme. O da izne tabi olarak yapılabiliyor. Kısacası müzakere süreci henüz başladı. Hükümetin somut adımı yok. Dolayısıyla devam edebilecek mi? Edecekse ne kadar devam edebilecek? sorularına yanıt vermek çok zor. Peki BARIŞ? Barış, şimdilik umut ettiğimiz ve bugün için uğrunda siyasi mücadeleyi örmemiz gereken bir hedef yalnızca. Hem barışın masa başında tarafların müzakerelerinin olumluluğu ile değil, toplumsal olarak gerçekleşebileceğini de göz ardı etmeyelim. Yapılması gereken müzakere sürecinin sürekliliği ve Kürt tarafının başarısı için neler yapılabileceğinin tartışılması ve belirlenmesiydi. Az sayıda konuşmacıdan dinleyebildik.
Bir başka şey de söz konusu konuşmacıların talep ettiklerinin içeriği değil, talep ediyor oluşları. Oysa Konferans çağrısı ve tanımlanan amaçları, ‘birlikte neler yapılabileceğinin belirlenmesinin’ hedeflendiğini belirtiyordu. ‘Ne yapmalıyız, ne yapalım bize söyler misiniz’ sorusu değildi tartışılmak istenen. Sanırım yeterince anlaşılamamış.
Biliyoruz ki müzakere, taraflar için en azın verilip en çoğun alınmaya çalışıldığı bir süreçtir. Taraflardan güçlü olanı bunu başarabilir. Birileri ceza evine atıldı diye bu ülkede ne ceberut devlet ne de ceberut hükümet sönümlenmedi. Bu nedenle AKP devleti ve Hükümeti’nin karşısındaki Kürtleri yalnız bırakmamak birinci önceliğimiz olmalı. Bunun için işlevsel değil, yapısal beraberliğe gereksinimimiz var. Bu nedenle, Konferans’ın beni heyecanlandıran en önemli özelliği katılımcılarının nicelik ve niteliğiydi. Türkiye muhalefetinin birlikte yol yürünebilecek önemli bölümü (kurumsal ve bireysel) mazeretliler dışında oradaydı. Bu fırsatı kaçırmamalıyız. Katılımlarını asgari müştereklerindeki benzerlikleriyle ve bunun geliştirilebilme potansiyelinin büyüklüğü olarak değerlendirmeliyiz. Zaman geçirmeden, ancak, ince elemeden sık dokuyarak katılımcı yapılar ve bağımsızlarla HDK’yi daha geniş ve kapsayıcı olarak yeniden yapılandırmalıyız.
HDK, kurulacak yapısı ile müzakere sürecini siyasallaştırmak ve toplumsallaştırmak açısından yeni ve kapsayıcı olanaklara sahip olacaktır. Çünkü Kürt sorununun siyasi çözümü için müzakere sürecinde AKP’ye karşı toplumsal haklar ve demokratikleşme mücadelesinin eş zamanlı olarak yükseltilebilmesi gerekir. Biri diğeri olmadan başarıya ulaştırılamaz. Aksi halde AKP ve Başbakan tek belirleyici olmaya devam edecektir.
Yukarıdaki önerinin yaşama geçirilmesindeki aciliyetin 28 Mayıs’tan sonra daha da öne çıktığını düşünüyorum. Gezi Parkı ile simgeleşen başkaldırıda “Hükümet istifa” sloganı öne çıkartılacaksa, iktidarı hedefleyen, yeniden kurulmuş HDK’yi bir an önce yaşama geçirmeliyiz. Yoksa, ceberut gitsin derken kaosu davet etmiş olacağız.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat
Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

8 Mart’tan notlar: Mücadele yılının başlangıcı

Taleplerimiz karşılanmazsa yurt ücreti de yok

Palyatif topluma karşı: Başpınar’da acının kolektif direnişi

Evrensel'i Takip Et