Gece Taksim’de saatlerini geçirip evlerine dönmek üzere Mecidiyeköy’e doğru yola dökülenler, hâlâ sesi kısılmamış bir girişimciye bakıyor slogana başlamak için. Kimsenin günlerdir düşmediği meşhur çukurun iki yanından Şişli’yi sesiyle inleterek geçenler, günün değerlendirmesini yapıyor. İlk göze çarpanlar ortak, dünden daha kalabalık, her gün öyle. Hafta içi hafta sonundan kalabalık, yetmedi, okullardan, işyerlerinden gelenler artıyor, grevle daha da artıyor. Civar yollarda yürürken sıkılmamanın bir yöntemi daha var, duvar yazılarına baka baka yürümek. Metrobüse varıldığında görülen, bu saatlerde alışık olunmayan bir kalabalık. Şehrin karşı yakasına gidecek taşıt sınırlı, Beşiktaş’ta “Dükkanın önünü kapamayın” gerginliği bitemediğinden. Çoğunun boynunda maskesi de yok, etraftan rüzgarın getirdiği gazı saymıyoruz artık. Biz alıştık, eylemcilerin yaşamı sahiplenip savunduğunu herkes görürken bile “Polis kendini savunuyor” yalanıyla üste çıkmaya, bastırmaya, yavuzluk yapmaya çalışanlar utansın.
Bekleyişin ardından tek otobüs geliyor. Yavaşça kapılara ilerleyen kalabalık, ister istemez birbirine çarparak yol açmaya çalışıyor. Duraktakilerin hemen hepsi, Taksim’den geliyorlar. Belki içlerinde çatışmaya destek için köprüyü yürüyerek geçen binler arasında olanlar var. Orada, gaz geldiğinde gözleri kapalı kenara çekilirken bile hafifçe çarptığı kişilerden özür dilemeye alışmışlar. Burada aynı naziklik mümkün değil, ancak daha büyük çarpışmalar özür konusu haliyle. İçeri yerleşmeye çalışırken dirseği atan bir tanesi, bu sertlikten utanarak “Sivile alışmaya çalışacağız” diyor, gülüyoruz. Herkes yorgun, nefes alınamıyor, çok sıkışık ama gergin olmak yerine metrobüsün en neşeli yolculuğu. Bu kez gazdan değil, kapının çarpmasından birbirimizi kolluyoruz.
Kendisine sunulan en büyük nimetin metrobüs olduğu bir halk, metrobüs durağından bile kalabalık olarak aynı amaç için buluştuğunda, hayal ettiği istikamete gidebildiğini görmüş bulunuyor. Metrobüs kullananla kullanmayan bir olmaz ya İstanbul’da, Taksim’e gelenle gelmeyen de bir olmaz artık. Hızı, trafikten muafiyeti, metrobüsü tercih edilen bir seçenek yapan yanı, çünkü rakiplerine karşı avantajlıdır. Ama o mahşeri kalabalıkta otobüslere sığmaya ve içinde yolculuk etmeye çalışmak, insanı bir anda yaşadığı hayattan pişman eder. Şehirde insani ulaşım imkanlarına kavuşmamış milyonlar, metrobüse razı olurken ondan nefret de ederler. İşte artık, köprüyü geçen başka vasıtalar hayal etmenin, kendi yolunu kendi çizmenin mümkün olduğu günleri de gördük.
Taksim meydanda metro girişine küçük bir yazıyla “Seninle hafta içi saat altıda Zincirlikuyu metrobüs durağında metrobüse binmek istiyorum Tayyip” yazan eylemci, aklına gelen en ağır lafı söylemiş sayılır. Doğa katliamı, çözülmeyen trafiği, konut yoksunluğu, halkın merkezden kovuluşu ile meşgulken, yeni köprülerine bir katliamın simgesi olmuş sultanın adını koyanlar, yavuzluklarıyla bastırabildi mi?
Metrobüs durağından bile daha kalabalık olup, oradaki bencillikle alakası olmayan bir yardımlaşma kültürünü çoktan oturttu park nöbetçileri. Civardaki çatışmaların giderek durulmasıyla evlerine yerleşiyorlar. Meydana yani. Tanımadığı insanlara kendisinden su almadıkları, sonra suya para verecekleri için kızan, elindeki bisküvileri dağıtmak için grup grup dolaşan gençleri kırmak zor. Evlerine gelenleri doyurmaya çalışan ev sahipleri gibiler. Ondan suyu alan gençler de “Çadır taşınacak” anonsunu duyup hemen işe koşuyor. Herkes ev sahibi. Kendilerine ait olan bir mekanı sahiplendiği anda, her gün daha da büyüyen yardımları sığdıracak ve dağıtacak mekanizmaları kurmaya başladılar. Kek dağıtıcısını atlayıp, poğaçacıya direnemeyen gencin şikayetiyle, “Komünizm böyleyse, biz şişmanlarız.”
Gezi bizim, İstanbul bizim demek orayı böyle evimiz olarak görüyoruz demekti işte. Sadece birleşince kazanabileceklerini fark etmekle kalmadı meydanı dolduran binler, paylaşmanın tadına her gün daha fazla varıyor. Savunmaya geçen yavuz müsveddeleri istediği kadar atıp tutsun, ev sahibini bastırmak kolay değil.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et