Demokrasi yoksa Kürt meselesinde çözüm de yoktur
20. yüzyılın ilk çeyreği, İttihat ve Terakki kadrolarınca Osmanlı bakiyesinden bir ulus devletin yaratıldığı bir süreçtir. Doğal seyre tezat olarak önce devlet ( Türkiye Cumhuriyeti) kuruldu ve daha sonra bu devlete bir ulus yaratıldı. Bu amaçla gayri Müslim topluluklar katliam ve soykırımlarla ortadan kaldırılmak istenirken, başta Kürtler olmak üzere Müslümanlar için şiddetli bir Türkleştirme süreci başlatıldı. Durumu kabullenemeyen Kürtler bu yüzyılın ilk yarısını neredeyse isyanlarla geçirdi. 12 Eylül cuntası sonrasında ise Kürtler silahlı mücadeleye giriştiler. Bizim de şahit olduğumuz son 30 yıllık süreçte 40 bin insanımız hayatını kaybederken, 4 bin civarında köy yakıldı ve boşaltıldı. Milyonlarca Kürt yerinden yurdundan göçertilerek metropollerde açlığa ve yoksunluğa mahkum edildi. Coğrafya neredeyse talan edildi. Tüm bunlara rağmen Kürtler Türkleştirilemedi. Kürtler ret ve inkar politikasına direnerek, bu politikayı boşa çıkardı.
İşte bu kadar acıya, gözyaşına neden olan bir süreçten tam olarak dönülüyor denilen, Öcalan’ın Kürt meselesinde silahları devre dışına çıkarma kararı almış olduğu bir dönemde, ülkenin başbakanından süreci yürütürken herkesi kucaklayan bir dil ve politika yürütmesi beklenir. Oysa Başbakan tam tersine toplumu geren, muhalefeti bir bütün olarak dışlayan bir dille toplumu kamplaştırdı. Toplumun özel yaşamına müdahale anlamına gelecek; yapılacak çocuk sayısından, kürtaja, alkol düzenlemesinden üçüncü köprüye Y. S. Selim adının verilmesine kadar toplumu geren birçok karara imza attı. Son olarak Taksim Gezi Parkı yıkım ve kışla yapım inadıyla toplumu nihayet bir patlama noktasına getirdi. İki haftadan bu yana yaşananlar ve buna karşın Başbakanın bitmez inadı anlaşılır olmaktan uzaktır. Durum nevrotik bir ruh haline işaret eder gibidir.
Gezide halka yönelik yüksek derecede şiddet, olayların dalga dalga ülke geneline yayılması, biri polis olmak üzere 4 yurttaşın hayatını kaybetmesinin yanında, onlarca kişinin gözünü kaybetmesine, yüzlerce kişinin yaralanmasına binlerce kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlandı. Bu yazı yazıldığı sırada Taksim Gezi Parkı’na şiddetli müdahale devam ediyordu. Ülkenin batısında bunlar olurken; Başbakan İmralı’ya gidecek heyete müdahale ediyor, başvurusu olan Sırrı Süreyya Önder Gezi Parkı’ndaki rolü; Eş Genel Başkan Gültan Kışanak daha önce gerillayla karşılaşma sırasındaki kucaklaşma gerekçesiyle tek muktedir Başbakan tarafından veto ediliyordu. Diğer taraftan birinci adım olarak değerlendirilen PKK’lilerin Kandile çekilme süreci neredeyse tamamlanmak üzereyken hükümet ve tek muktedir Başbakandan hâlâ bir ileri adımı görmek mümkün olmadı.
Başbakanın Kürt meselesinin çözümünden ne anladığını herkes merak ediyor. Bu sürecin topyekün bir demokratikleşme olduğunu anlamaması hem garip hem de bir o kadar tehlikelidir. Demokratikleşmenin en önemli ayağı düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Başbakan, ifade özgürlüğünün sınırlarını kendisine verilen destek olarak algılıyor. Ona destek vermede özgürsünüz ama ona karşı gözün üzerinde kaşın var demek mümkün değil. Başbakan hata yapma ihtimalini dahi kabul etmiyor. Onun lügatinde yanlış yaptım demek yoktur. Her şeyi bir tek o biliyor. Başkaları mutlaka kötü niyetlidir. İktidara karşı itiraz ve tutumda dış mihrak arama hastalığımız da yine nüksetmiş bulunmaktadır.
Başbakan bir taraftan ülkeyi yangın yerine çevirirken diğer taraftan yüzyıllık çözümünü dayatan Kürt meselesini “Barış Süreci”ni tekrar bilinmez karanlıklara terk ettiğini göremeyecek kadar iktidar körlüğüne saplanmıştır. Süreçte Başbakan ipe un seriyor. Demokrasi çoğunluk yönetimi değildir, azınlıkların hakkını güvence altına alan bir sürece evirilirse gerçek demokrasidir. Başbakan Türkiye’yi demokratikleştirmeden Kürt meselesinin çözülmeyeceğini, Barış Sürecinin ilerletilmeyeceğini anlamak zorundadır. Kürt sorununda silahların devre dışı bırakılmasının, alanların daha gür seslerle inleyeceği anlamına geldiğini, Kürtlerin Başbakana kabul ettirmesi zorunludur. Başbakan bilmelidir ki demokrasi yoksa Kürt meselesinde çözüm de yoktur. 15-16 Haziranda toplanacak ‘Kuzey Kürdistan’da Birlik ve Çözüm Konferansı’nda sürecin nasıl değerlendirileceği merakla beklenmektedir.
Evrensel'i Takip Et