Yeni bir boyut ve yeni bir güç için...
Gezi Parkı’na saldırı; iki haftadır alanlarda toplanarak, tencere tava çalıp sokaklara çıkarak özgürlük, demokrasi isteyen halkı meydanlardan evlerine döndürme amaçlı bir operasyonun “koçbaşı”dır.
Burada Gezi Parkı’nın öne çıkarılması, bir yandan bu direnişin ilk kıvılcımının orada çakılmış olmasından ve sonraki günlerde “direnişin simgesi”ne dönüşmüş olmasındandır. Yoksa Hükümetin hedefi, ne şu gruplar ne de şu park bu alan değil ama direnişi bir bütün olarak, alanlarla sınırlayıp bölmek ve tasfiye etmektir.
Ancak bu o kadar kolay olmayacaktır. Yeter ki, direniş güçleri ortaya çıkan imkanları iyi değerlendirsinler. Nitekim alanlardan, her gece kentlerin tüm mahallerine yayılan, tencere tava çalmaktan uzun yürüyüşler ve gece mitinglerine kadar çok çeşitli eylem biçimleriyle süren direnişte, son birkaç gündür gelişen, iki önemli çıkış yol gösterici olmuştur.
Bunlardan birincisi ODTÜ’nün öğretim elemanları ve çalışanlarının çok önemli vurgulara sahip, basında da yayımlanan bildirisidir. Ki, ODTÜ’nün bu çıkışını boykotlar, derslere girmeme gibi çeşitli eylemlerle sürdüreceğine dair haberler de gelmektedir.
İkincisi ise İstanbul Eğitim Sen 6 No’lu Şube’nin (Ki bu şube “İstanbul Eğitim Sen’in üniversiteler şubesi”dir.) dün, merkezlerinden bir karar beklemeden iş bırakarak bu mücadeleye “alan ziyaretleriyle desteği”ni aşarak, kendi alanından katılma inisiyatifini göstermiş olmasıdır. Dahası Eğitim Sen’in Ankara’daki üniversiteler şubesinin (5 No’lu Şube) de İstanbul’la paralel bir çizgiye girmesi tartışılmaktadır. Bu iki girişim aslında; “Her yer Taksim her yer Gezi Parkı” sloganını öylesine bir haykırış olmaktan çıkarıp, bir eylem sloganına dönüştürmenin ifadesidir. (İstanbul Adiyesinde avukatların çıkışı da bu kategoriden sayılır)
Bunlar, açıkça görüldüğü gibi, belirlenmiş bir merkeze giderek “ziyarette bulunup”, “Destekliyoruz!” mesajı vermeyi ya da bireysel olarak oradaki eyleme katılmayı aşarak, kendi alanlarındaki güçleri mücadeleye katmayı, direnişin simgesel alanlarına da bu biçimde destek vererek mücadeleye kendi alanlarından bir nefes verip, mücadele zeminini genişletmeyi amaçlayan çıkışlardır. Ve elbette bu yolun açılması önemlidir.
Çünkü, direnişin bugün geldiği aşamada hareketin genişlemesi, bugüne kadar hareketin içinde yer almamış kesimlerin direnişe dahil olması, en önemlisi de üretime katıldıkları alanlardan mücadeleyle birleşmeleri bu direnişin geleceği ve bırakacağı miras için giderek hayati bir öneme sahip olacaktır. Yani DİSK’in, KESK’in, TTB’nin, SGBP’nin, diğer sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin “Gezi Parkı’yla dayanışma” adı altında direniş alanlarını ziyaret etmeyi aşarak kendi alanlarından mücadeleye katılmaları, kendi talepleriyle direnişin talepleri arasında bağlar kurarak direnişin sınıfsal temelini genişletmeleri son derece önem kazanmıştır.
Öğretim üyelerinin mücadeleye kendi alanlarından katılması için ODTÜ’nün çıkışı, Eğitim Sen’in üniversite şubelerinin girişimleri, kimi öğretim üyelerinin alana gidip gece gündüz nöbete çıkmasından çok farklı ve çok daha önemli bir katılım tarzıdır. Direnişin eksik yanı ya da zaafı da budur.
Elbette bunun için en doğrudan olması gerekenin sendikaların, emek örgütlerinin kendi alanlarındaki işçileri emekçileri mücadeleye çekmesi; grevler, çeşitli türden eylem ve etkinliklerle mücadele cephesini genişletmeleri, eylem çeşitliliği ile mücadeleyi zenginleştirmeleridir. Ancak günümüzün gerçekleri dikkate alındığında, sendika merkezlerinden böyle kararlar beklemek de çoğu zaman, niyet bu olmasa da mücadeleye katılmamanın bir başka biçimine dönüşmektedir. Bu yüzden iş yerindeki ileri işçi ve kamu emekçisi kesimleri, temsilcilikler, şubeler, merkezler,...her kademeden mücadeleci sendikacıların inisiyatif alarak mücadeleye en geniş kesimleri katmak için harekete geçmesi başlıca tutum olmalıdır. Yine çeşitli sanayi havzalarında İşçi Kurultayları kendi çalışma alanlarında işçilerin, emekçilerin sorununu tartıştırıp, kendi açılarından, tutumlarını belirten bir eylem çizgisi (biçimi ve araçlarını) belirlemek durumundadırlar.
Buradan bakıldığında örneğin 15-16 Haziranın işçi sınıfının mücadele tarihi içindeki yeri dikkate alındığında bu günlerin, cumartesi ve pazara gelmesi nedeniyle de cuma ya da pazartesi gününün “genel eylem günü” ilan edilmesi için DİSK’in inisiyatif alarak harekete geçmesi; bildiri okumaları, işyerleri önerinde yapılacak basın açıklamaları, yürüyüş, grevler ve mitingler günü olarak 15-16 Haziran mirasının halk direnişiyle buluşmasının sağlanmasının çok önemli olacağı ortadadır.
Süren direnişe yeni bir boyut; yeni bir güç kazandırmak ancak böyle olanaklı olacaktır.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’
Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.
Evrensel'i Takip Et