Yıkıntılar arasında oğula mektup
Fotoğraf: Envato
Sevgili oğul Deniz, nicedir görüşemedik seninle. Önce ziyaret yasağı, sonra telefon, bir de hücre de tecrit cezanı tamamlamışsın.
Sebep: disiplinsizlik.
Meğer yemek yemeyi reddetmek, cezaevi disiplin yönetmeliğini reddetmek oluyormuş.
Barış sürecinin önünün açılmasını dilemek için açlığa yatmak çok büyük bir suçmuş.
Son duruşmaya gelemedim, kusura bakma.
Silivri’ye dayanmak namümkün.
Ben de kendimi dağlara, yaylalara vurdum.
Özgürlük ruhu ayakta olan insanların arasına gittim.
İstedim ki, kazara, olur ya, tahliye haberini de oralarda almak istedim.
Olmadı, sorgu sırası gelmemiş sana.
Yine de sevindim, hiç olmazsa üç yazarımız tahliye oldu diye.
Kürtçe hocam, Dil Bilimci ve Şair, Kürt PEN’i Üyesi Mülazım Özcan, cezaevinin en barışçıl, sufi ruhlu, esprili insanlarından biri çıktı nihayet.
“Ah, Zelal”i yazan Şair Tacettin Karagöz de…
Peki ya Ayşe Berktay, Mustafa Avcı, Kemal Hoca, gazeteci arkadaşlarım niye hapiste tutuluyor hâlâ.
Ve elbette tüm diğerleri…
Tüm KCK tutsakları niçin hâlâ hapisteler?
Niçin hâlâ rehin tutuluyorlar.
Aziz Tunç harika bir konuşma yapmış, “savunma” demeyeceğim konuşmasına, artık savunma makamı ve suçlama makamı terse dönmüş vaziyette çünkü. Ayşe Berktay’ın da yaptığı gibi.
Hepiniz gözümde bir Emile Zola’sınız. Dureyfus Davasında “J’accuse” diyen.
Kitabının çıkmış olmasına çok sevindim, gurur duydum. (*)
Hele ithafın harika: “Ayşe’ye ve Leviathan’a direnenlere” demişsin.
Leviathan son zamanlarda azıttı oğul.
Cumartesi günü yaylalardan Taksim’e indiğimde, Taksim diye bir şeyin kalmadığını gördüm oğul.
Çocukluğumun bir parçası, o yıkıcı aletlerle koparılıp atılmıştı sanki.
Çocukken ailem ile Gezi Parkı’na, ortası çift ağaçlı caddeden yürümek büyük bir keyifti benim için.
Demirel döneminde cadde ortasındaki o güzel yürüme şeridi ortadan kaldırıldı. Ardından Ergenekoncu Bedrettin Taksim’in ağzını yamulttu, ilk Tarlabaşı yıkımı ile.
Geçen yıl son Rum sürgünü 2. Tarlabaşı yıkımı ile tamamlanmış oldu.
Yeni politika Kürtlerin, Çingenelerin kent merkezlerinden uzaklaştırılması idi.
Taksim, İstiklal Caddesi bir çeşit Hydepark olmuştu.
Üniversiteliler, solcular, Kürtler, insan hakları aktivistleri, meyseverler, tüm farklı olanlar…
Bu “Sadom ve Gamora”nın dağıtılması gerekiyordu.
Önce masalar yasaklandı sokaklarda.
Sonra Tarlabaşı yerle bir.
Orta sınıf acaba o zaman güçlü bir tepki koysa idi, acaba sıra Taksim’e, Gezi Parkı’na gelir miydi?
Ah, İstanbul’un bitmeyen fethi!
Ben çocukken, Bakırköy’de kıyıda Acemin Kahvesinde oturur, taş merdivenlerden aşağı “deniz hamamı”na inerdik.
Marmara’nın dalgaları Yedikule Surlarını yalardı.
Sen çocukken Küçükyalı’dan Mete Tunçay’ın, İdealtepe’deki evine kayıkla giderdik, daha kolay diye.
Ah, İstanbul’un bitmeyen fethi!
Menderes, yerle bir etmişti tarihi Aksaray’ı, Tophane’yi, kaç kilise, kaç cami kurban gitmişti, tarihte iz bırakma egosuna.
Açtığı o sözde modern Vatan Millet caddeleri ile kel bir alan olarak kaldı yıllarca ve sonra bir beton yığınına dönüştü.
Yüzde 50 egosu sonunda onun da başını yemişti.
CHP ve DP birlikte karar almışlardı, arka mahfillerde, fethin 500. yılında İstanbul’u Rumsuzlaştırmaya.
Çocukluğumun ağaçlı Fatih anayolunu yerle bir etmek ise CHP’li belediyenin işi olmuştu 60’lı yılların başlarında.
Küçüksu’da, Salacak’ta, Tarabya’da yüzdüğümüz yerler acaba bir rüyamıydı.
Demirel’in köprüsü son vermişti, Erenköy’ün, Göztepe’nin, Suadiye’nin, Fenerbahçe’nin o muhteşem konaklarına, park gibi bahçelerine.
Ben doğduğum sıralarda, o çirkin Dolmabahçe Stadını bir tıkaç gibi sokmuştu CHP, o güzelim vadiye.
Taksim alanında yüz binlerce insan 1950 yılında Milli Şef İnönü için toplanmıştı da, İstanbul Valisi kendisine “işte İstanbul Paşam” demişti. Tam bir hafta önce, kıçına halkın “artık yeter” tepiğini yemeden önce.
Yemişti de, Taksim’i Gezi Parkı girişindeki devasa atlı heykeli ile “taçlandırmaya” fırsatı kalmamıştı.
Tarihin bir bölümünü silmeye kalkmak, cinnettir.
Dün, Ermeni bir mimarın armağanı olan Taksim Kışlası’nı yıkma bir cinayetti.
Bugün ise Gezi Parkı’nı, Taksim’i, AKM’yi, Rumların Tarlabaşı’yı, Çingenelerin Sulukule’sini, Müslümanların Rumların Ayvansaray’ını yıkmak bir cinayettir.
Her biri bizim tarihimizin canlı bir parçasıdır.
Evet, şoke oldum Taksim’i görünce. Kendimi iç savaş Beyrut’unda, bugünkü Halep’te hissettim.
Ve bu yıkımı, bu terörü iş makineleri yapmıştı, savaş değil!
Aklıma, Bükreş’in tarihi merkezini yerle bir eden Diktatör Çavuşesku geldi. Çirkin, devasa binalarla doldurdu o tarihsel mekanı.
Benim çocukluk mekanlarından biri olan Spor Sergi Sarayı’nda, daha sonra üniversite yıllarında ne müthiş anlara tanık olmuştuk, 1968 Doğu Gecesi başta…
Ve şimdi orası, devasa kongre merkezi kompleksi ile insansız geniş bir alan.
Taksim’in de olacağı o, proje hayata geçer ise.
65 yaşında bir İstanbulluyum Deniz.
Bu kentte doğdum, büyüdüm, okudum, herhalde bu kentte öleceğim.
Ve kendi kentimde bir azınlığım artık.
Ha bire belleğinden bir parça sökülen.
Bitmeyen Fetih dalgalarından yorgun.
- Vatansızlığı vatan eylemek 05 Aralık 2023 04:29
- Uzun mesafe koşucusuydu Osman 04 Kasım 2023 03:50
- Kitap yakmanın dayanılmaz ayıbı 02 Temmuz 2023 03:14
- İsveç’in de ATY’si var artık! 05 Mayıs 2023 04:14
- İhsan Doğan (Sinan Oza) ve Niyazi Dalyancı için 11 Nisan 2023 04:00
- Dünya Anadil Günü vesilesiyle 09 Mart 2023 04:15
- Soykırımı tartışmak 19 Ocak 2023 03:19
- Mahmut Baksi anısına 14 Aralık 2022 04:32
- Kendi kutsalına bomba koyan 06 Aralık 2022 04:10
- Yorum yetmez! 28 Kasım 2022 04:00
- Kesişen yollar 15 Kasım 2022 04:16
- Seyfo ya da kılıçtan geçirilmek 08 Kasım 2022 04:10