Direnişçiler kazandı
Fotoğraf: Envato
Gezi Parkı’nda 28 Mayısta başlayan direniş, hemen ardından Taksim Meydanı’nı da kapsadı ve kısa süre sonra, resmi açıklamalara göre, üçü, dördü dışında bütün illerimize yayılan halk ayaklanmasına-isyanına dönüştü. Ülkemizde bir benzeri daha yok. Yaşanmamış, yaşanmadı. En azından bu özelliği de dikkate alındığında, hem direnişin hem de dönüştüğü isyanın nedenlerini son bir ya da birkaç yılda yaşananlara bağlamak yetersiz kalacaktır.
Seksen yılındaki asker darbesiyle başlayan süreçle birlikte, devletin önceliği, 24 Ocak Kararları’nın uygulanma koşullarının yaratılması ve hayata geçirilmesi oldu. Özellikle doksanlı yıllarda toplumsal yaşantının gündelik pek çok ayrıntıyı da içerecek biçimde yeniden düzenlenmesine, sermayenin mutlak egemenliği adına insanın, doğanın daha da kıymetsizleştirilme, adeta yok sayılma, nesneleştirilme girişimlerine tanıklık ettik. Diğer yandan, Kürt sorununun barışçı yollardan çözümünün pek çok talebe karşın devlet tarafından reddedilmesiyle şiddetlenen ve zamanla olağanlaşan çatışma ortamını da göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Sermaye adına yapılanların karşısında ortaya çıkan öfke, devlet ve hükümetler tarafından ustalıkla Kürt siyasal hareketine yönlendirildi. Öfke boşalımlarının cenaze törenleri, asker uğurlamaları vb. biçimlerde o alanda gerçekleştirilmesi sağlandı. Bugün ise altıncı ayına ulaşmakta olan bir çatışmasızlık-‘ölümsüzlük’ ortamı yaşanıyor. Müzakerelerin sekizincisinin de yaklaşık on ay önce başlatılmış olduğunu biliyoruz artık. Özetle, bir yandan biriken diğer yandan azar azar da olsa rahatlatılan toplumsal öfkeyi gerçek hedefinin dışına yönlendirmede ana araç olarak kullanılan Kürt sorunu görece olarak da olsa bir süredir aradan çekilmiş oldu. Yaşadıkları mağduriyetlerin engellenebilmesi yönünde her türlü hukuksal ve örgütsel olanağı uzun süredir yitirmiş olanlar, bulamayanlar, böyle bir atmosferde, açık ve net bir biçimde sorunlarının mağduriyetlerinin ‘nedeni’ olarak Hükümeti görebildiler.
Uzun bir süredir sağlanan baskı, mutlak denetim, şiddet ve yaftalama ile oluşturulan korku kalkanı küçük bir zorlamayla kimsenin beklemediği bir yerden ve beklemediği bir zamanda çatladı. Bir barajın bendinin yıkılışında görebileceğimiz boşalmaya tanıklık ettik, yaşadık. Yakın ve uzak çevresi ile nedenselliklerinin irdelenmesi derin ve uzun boylu analizleri gerektirmesinin yanı sıra, kalkanın görünen kırılma noktası doğa ve çevre. Son on yılda HES,
TOKİ aracılığıyla yürütülen kentsel dönüşüm, orman arazilerinin yapılaşmaya açılması, sanayinin doğaya ve insana verdiği zararların görünürlüğü, RES vb. olaylar yakıcı hale gelmişti. Bunların ortak özelliği doğanın doğrudan talanı ile yaşam alanlarının işgaline ve her türlü kültürel, coğrafi, tarihsel vb. farklılıklar dışlanarak tekdüzeleştirilmesinin yarattığı tehdit ve bu tehdit karşısında yurdun dört bir tarafında sorunun yaşandığı yerlerde küçük küçük öbekler halinde halkların örgütlenmesi, aralarında kurulan ilişkilerle birlikte yaratılmaya çalışılan dayanışma ortamıydı. Bu günden baktığımızda süreç içerisinde, çoğu zaman halklara destek için yanlarında olan, çoğunluğu seksen hatta büyük çoğunluğu doksanlı yıllarda doğmuş gençler üzerinden bir kent-kentli hareketinin ortaya çıktığını ve içten içe siyasallaşmış olduğunu da görüyoruz.
Tek başına bu olgu bile geleceğimiz adına bir kazanım ve yeni bir umut kaynağı. O nedenle yaşadıklarımızın daha başından itibaren kazanım olduğunu söylemek hayalcilik değil. İstanbul başta olmak üzere birçok ilde gösteri ve yürüyüşe fiilen yasaklanmış alanlar yeniden açıldı. Korku salgını durduruldu, geriletildi. Yerini cesaret salgınına bıraktı. Bu durumda bile Gezi Parkına AVM yapılamayacak... Yeter mi? Elbette yetmez. Ancak, bugün itibariyle bile kazanımlarımızın farkında olmalıyız. Görmeli, görünür kılmalıyız.
Ülkemizin yeni eylemcileri bu kazanımları sağlarken bedelini de ödediler. Silah olarak kullanılan gaz bombası, plastik mermi, tazyikli su ve biber gazının yanı sıra, cop ve kaba dayağa maruz kaldılar. Başbakan başta olmak üzere yetkililer tarafından tehdit edildiler. Medyanın ülke sathındaki bir olayı görmezden gelebileceğine, karartmasına tanık oldular. Maalesef öldüler, görme kaybı başta olmak üzere sakat bırakıldılar, yaralandılar, hem fiziksel hem zihinsel acılar duyumsadılar, travmalara maruz bırakıldılar... Ancak yaşayarak öğrendiler: tek başına, yalnız değiller. Sözlerini hep birlikte söyleyebildiklerinde dinleniyor, bir şeyler değişebiliyor ve değiştirebiliyorlar....
Türkiye siyasi tarihi bundan böyle, Gezi Parkı-Taksim Direnişi öncesi ve sonrası olarak yazılacaksa bu onların eseri. Hepimiz adına hepinize teşekkür ederim.
Not: Bu haftaki yazımı Gezi Parkı’ndaki öğrencilerimi, asistanları, arkadaşlarımı ve tanıdıkları 14 Mayıs, Cuma akşamüstü ziyaretimden önce tamamladım.
- Mola 01 Temmuz 2014 00:34
- Yörsan, Tekel, Yatağan, Sütaş: Alt kimlikler ve üst kimlik 24 Haziran 2014 00:07
- AKP hükümetleri Doğu-Batı farkını artırdı 17 Haziran 2014 00:11
- TÜİK'ten mektup ve Soma cinayetleri 10 Haziran 2014 07:08
- HDP'ye katılım(lar) - 4/4 03 Haziran 2014 00:09
- HDP'ye katılım(lar) - 3/4 27 Mayıs 2014 00:11
- HDP'ye katılım(lar) - 2/4 20 Mayıs 2014 00:39
- HDP'ye katılım(lar) - 1 13 Mayıs 2014 00:09
- 2 Mayıs, vesayet ve despotizm 06 Mayıs 2014 00:09
- Türkiye’de doğumlar TÜİK’in rakamları 29 Nisan 2014 00:00
- Sosyalistler cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl tutum alacak? 22 Nisan 2014 00:35
- Siyaseti nereden kuralım? 15 Nisan 2014 00:11