Paniğe kapılmak
Fotoğraf: Envato
Gezi Parkı direnişini hemen her yönüyle ele alarak inceleyen, nedenselliğini açıklamaya çalışan birçok yazı yazıldı. Bazı akademisyenler araştırma sonuçlarını dahi paylaştılar. Bununla birlikte, günümüzde temsili demokrasinin ne aşamada olduğunu göstermesi bakımından Gezi Parkı direnişine başka bir açıdan bakmak istiyorum. Şöyle ki, bir kentin belediyesinin, kentte yaşayanların görüşlerini dikkate almadan şehrin göbeğindeki bir parkı alışveriş merkezine dönüştürme yönündeki girişimlerine yönelik tepkilerden yeterince söz etmemiz mümkün olmadı. Belirli bir dönem kenti yönetmesi için yetki verilmiş, seçilmiş bir belediye başkanının hem tutumundan hem de geldiği durumdan siyaset bilimi alanı için ders örneği olacak bir durum söz konusu. Temsili demokrasinin ve günümüzde bunu sağlamak için kurulmuş seçim sandıklarının, verilen oyların anlamını-işlevini bir defa daha bu olayla görmüş olduk. Kapitalizmin geldiği aşamada, kent rantı o kadar büyüdü ki sandıkta yetki verdiğiniz yerel yöneticiler yetkisiz. Merkezi yönetim’e (Başbakana) rağmen hiçbir şey yapmayacak kimlikleriyle barışık ‘görevlerinin başındalar’.
Gezi Parkı direnişi ile başlayan süreçte, yerel yönetimlerin merkezi hükümetle ilişkilerinin dışında, yönetim erkinin doğrudan doğruya belediye başkanından alınıp, Başbakan tarafından kullanılmakta olduğunun sık rastlanmayacak örneğine de tanıklık ediyoruz. Kentin Büyükşehir Belediye Başkanı hem proje hem de uygulamanın sorumluluğu kendisinde değilmiş gibi devre dışında kaldı-tutuldu. Pervasız bir biçimde yok sayıldı, sayılmaya devam ediyor. Özetle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, işin başından beri “yok hükmünde”. Seksen bir ilimizden bir tanesinin parkı ile ilgili olarak, tek muhatap ve karar verici kimliğiyle ilk günden itibaren Başbakan Erdoğan sahnedeki yerini aldı. Bu durumu Başbakanın İstanbul’un eski belediye başkanı da olmasıyla açıklamak mümkün mü? Sanmıyorum. Kentsel dönüşümden, hava alanı, hava alanından köprü vb. projelerinin her biri Afrika’nın birçok ülkesinin yıllık bütçesinin üzerinde bütçeye sahip. Hal böyle olunca, rantı da yüksek. Bu durumda, paylaştırma yetkisi de yerelin değil merkezin oluyor. Ademi merkeziyetçilik, demokrasi, katılım vb. son dönemin kapitalizmi güzellemeye yönelik popüler kavramları kendilerine yaşam alanı bulamıyor. Doğru olup olmamalarından bağımsız olarak, yaşanan bunlar.
Bu haftaki köşe yazımın başlığı birleşik fiilden oluşuyor. Panik, Fransızca kökenli bir isim. Sözlükte anlamına “ani dehşet duygusu, büyük korku, ürkü” olarak yer veriliyor. Bu isimden üretilmiş birleşik fiillerden “paniğe kapılmak” ise çok korkmak, ne yapacağını bilememek anlamına geliyor.
Başbakan Erdoğan’ın ilk kez Mayıs ayında, Reyhanlı katliamında ortaya çıkan ‘belgelere dayalı’ konuşma ve ispatlama yaklaşımı, Gezi Parkı direnişi ile başlayan ve bugün itibariyle 79 ile yayılan halk isyanıyla birlikte, yerini “belgeleri topluyoruz, hepsini ispat edeceğiz”e bıraktı. Başbakanın yaklaşık on yılda oluşan ve her ne kadar eleştirenler olsa da kabul de gören hegemonyasında gözle görünür bir zayıflama var. Önce, iktidarını güçlendirmek için yaptığı (başkanlık vb.) planlarının yaşama geçmesine yönelik olarak başlayan panik, ardından iktidarının devamlılığına yönelik ne yapacağını bilememe haline dönüştü.
Başbakanın göstermelik de olsa direnişçilerin sözcüleri olan ve olmayanlarla sorunun çözümü için yürüttüğü müzakere devam ederken, Ankara’da miting alanından verdiği bir işaretle İstanbul yeniden saldırı alanına dönüştürüldü. Miting dağılmadan, polis önce Taksim Meydanı’ndaki yurttaşlara, ardından da Gezi Parkı sakinlerine benzerini savaş alanlarında görebileceğimiz şiddet uyguladı. Övünerek yaptığı açıklamasından da öğrendiğimiz gibi, bizzat Başbakanın emriyle başlayan uygulama, bir haftayı aşan bir süredir İstanbul,
Ankara ve İzmir başta olmak üzere yurdun pek çok köşesinde şiddetlenerek sürüyor. Görünen o ki, valiler de karar verici değil. Yapılacaklarla ilgili hemen her türden talimat Başbakandan geliyor. Bununla birlikte, başlangıçta paniğe kapılmasalardı bir kaç küçük jestle sönümlendirilebilecek bir olay isyana evirilmeyecekti. İçeriği doğa olmaktan çıkıp, haklar, özgürlük ve adalet talebine dönüşmeyecekti.
Olaylar büyüdükçe saldırının şiddeti artırıldı, şiddet artırıldıkça isyan büyüdü. İsyan büyüdükçe panik de büyüdü. Panik büyüdükçe, saldırının şiddeti büyütüldü. Şiddet büyütüldükçe isyan büyüdü. İsyan büyüdükçe panik büyüdü...Bu kısır döngü bir yerinden kırılmalı. Yoksa ölümler de acılar da artacak görünüyor. Başbakan, yüzde 100’ün Başbakanı olduğunu anımsamalı ve kestiği müzakereleri gerçek taraflarıyla yeniden en kısa sürede başlatmalı. Ancak, önce saldırısızlık ilân etmeyi ihmal etmeden.
- Mola 01 Temmuz 2014 00:34
- Yörsan, Tekel, Yatağan, Sütaş: Alt kimlikler ve üst kimlik 24 Haziran 2014 00:07
- AKP hükümetleri Doğu-Batı farkını artırdı 17 Haziran 2014 00:11
- TÜİK'ten mektup ve Soma cinayetleri 10 Haziran 2014 07:08
- HDP'ye katılım(lar) - 4/4 03 Haziran 2014 00:09
- HDP'ye katılım(lar) - 3/4 27 Mayıs 2014 00:11
- HDP'ye katılım(lar) - 2/4 20 Mayıs 2014 00:39
- HDP'ye katılım(lar) - 1 13 Mayıs 2014 00:09
- 2 Mayıs, vesayet ve despotizm 06 Mayıs 2014 00:09
- Türkiye’de doğumlar TÜİK’in rakamları 29 Nisan 2014 00:00
- Sosyalistler cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl tutum alacak? 22 Nisan 2014 00:35
- Siyaseti nereden kuralım? 15 Nisan 2014 00:11