Konuşulan kendi geleceğimizdir
Başbakan Tayyip Erdoğan statükosunu savunmak ve yandaşlarına “Bakın hâlâ güçlüyüm, ayaktayım!” demek için düzenlediği mitinglerine devam ediyor ama onun artık gerçek muhalefet gördüğü demokrasi güçleri de hafta sonunda Diyarbakır’dan İstanbul’a, Ankara’dan İzmir’e “Demokrasi, adalet, özgürlük ve özel hayata saygı” talepleriyle alanları, parkları, açık ve kapalı forum meydanlarını doldurmaya devam etti.
Evet, Gezi Parkı eylemleri hayli yavaşladı; bir türden “artçı eylemler” diyebileceğimiz bir seviyeye geriledi. Ancak Taksim’deki “Karanfilli anma eylemi”nde ya da Eskişehir ve Ankara’da olduğu gibi yapılan çağrılara hâlâ on binler yanıt vermeye devam etmektedir. Nitekim hafta sonu düzenlenen mitinglerde de görüldüğü gibi, miting çağrılarına verilen yanıt da Gezi Parkı eylemleri öncesine göre çok daha yoğundur. Ve yaz sıcağı ve geleneksel yaz rehavetine karşın mitingler, basın açıklamaları, çeşitli vesilelerle ortaya çıkan protestolar, önemini korumaktadır.
Dahası Gezi Parkı direnişinin katılımcılarının parklarda yaptıkları “değerlendirme” ve “Bundan sonra ne yapacağız” toplantılarına (forumlara) yüzler, bazen binlerle ifade edilen katılımlar olmakta; ortak örgütlenme ve mücadelenin nasıl sürdürüleceğine kadar konular tartışılmaktadır. Bu toplantıların ne kadar önemli olduğu apaçıktır. Çünkü pek çok kentte ve büyük illerin mahallelerindeki bu toplantılarda, gençler, kadınlar, işçiler, emekçiler, ... pek çoğu bu tür eylemlere ve toplantılara ilk kez katılan insanlar, ülkenin sorunlarını, bunların nasıl çözüleceğini, ... tartışmaktadır. Bunun değerinin ne kadar kıymetli olduğu ortadadır ve Gezi Parkı eylemlerinin yarattığı bu yeni imkanı heder etmeden sürdürmek son derece önemlidir.
Ve elbette eylemlere olduğu gibi bu tür toplantılara katılımlar; ilden ile, semtten semte, günden güne değişiklik gösterebilir. Bu yüzden de illa parkta toplanacağız diye bir şey de yoktur. Tersine salonlar, parklar, kahveler, çay ocakları, işyeri, hizmet kurumu, ev,... belirli sayıda işçinin, emekçinin, gencin bir araya geleceği her mekanda, sayının şu ya da bu olması küçümsenmeden bu tür toplantıların, tartışmaların sürdürülmesi gerekir. Buradaki en önemli sorun elbette fraksiyonculuk, pragmatizm, dayatmacılık gibi “geleneksel hastalıklar”dır. Ki, Gezi Parkı eylemleri aslında bunların nasıl aşılacağın da göstermiştir.
Gezi Parkı eylemlerinin sokağa döktüğü halk kesimleri ve onların talepleri ile hafta sonunda Diyarbakır (Kürt sorununun çözümüne dair talepler dile getirildi) ve İstanbul’daki (Alevi örgütlerinin mitinginde öne sürdükleri talepler ile yine İstanbul-Taksim’deki (LGBT bireylerinin mitingi) talepler dikkate alındığında şunu söyleyebiliriz ki; Kürtlerden Alevilere, kültür insanlarından çevrecilere, LGBT bireylere, işçilerden kamu emekçilerine bugün demokrasi ve emek güçleri dediğimiz güçler, Gezi Parkı eylemlerinin şahsında kendilerine yeni ve güçlü bir “müttefik” bulmuşlardır.
Bu kesimler, Gezi Parkı eylemlerinde birlikte olurken bugün hâlâ ayrı ayrı mitingler yapıyor olabilirler, bugün hâlâ birinin talebini öteki umursamıyor gibi görünebilir, hatta ayrı kulvarlarda yürüyor görünebilirler ama Gezi Parkı aslında bütün bu kesimlerin taleplerini ortaklaştırmış; özgürlük ve özel hayatın baskılanmasına karşı bir direniş olarak şekillenmiştir. Ve bu bilince çıktıkça da bütün bu kesimlerin kendilerini ezen, baskılayan, yaşamlarına müdahale eden güçlere karşı birleşerek ortak bir mücadele çizgisine geleceklerdir. Bugün parklarda, salonlarda açık ve kapalı her alanda yapılacak forum, tartışma toplantısı, panel, miting, gösteri vb. etkinliklerde sorunun bu yanı, “Nasıl bir ortak mücadele” yanı gündeme gelmektedir ve daha da gelecektir. Bu yüzden de önümüzdeki süreci tartışırken aslında bu ortak mücadele, tüm demokrasi güçlerini egemenlerin düzenine karşı demokratik bir Türkiye’ye kimlerle ve nasıl, hangi mücadele hattında yürüyerek ilerleneceği konuşulmaktadır. Daha azı değil.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’
Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.
Evrensel'i Takip Et