25 Haziran 2013 09:45

Gezi çıkını: İdrar, iffet ve dışkının tarihi

Gezi çıkını: İdrar, iffet ve dışkının tarihi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bazen bir kitap gündemi belirler, bazen de gündemin aktörleri bir kitabı yeniden hatırlatır. Biz okurlar gazetelerin kitap sayfalarında o kitaplara dair eleştiri yazıları okumak isteriz sıcağı sıcağına, ama her zaman mümkün olmaz. Misal başbakan ve ailesinin Beyaz Saray günlerinde Amerika’da eşine hediye edilen kitap içeriğinden ziyade adı ile gündeme gelmiş ve Gezi Parkı sakinlerince yeniden hatırlanmıştı sonrasında: “Diktatörlüğün Psikolojisi”
Tam da o günlerde #diren gezi# günlerini yolu oraların uzağına düşmüş sanatçılarla paylaşırken başbakan; yıllar geçse de iki isim akıllardan silinmeyeceğe benziyor: Hasan Kaçan ve Necati Şaşmaz nam-ı diğer Polat Alemdar! Mizah onları “Gazlar Vadisi” ile afişe ederken onlar fark etmeden bir kitabı yeniden hatırlatmış oluyordu: “Bokun Tarihi”
Yüz binler Taksim ve gezi parkını “özgürlük ve demokrasi” adına paylaşılmış yaşam alanı kıldıklarında onlar hiç gitmediklerini beyan ettikleri Taksim’in “sidik ve b.k” koktuğunu söyleyecek kadar mizahın sınırlarının dışında kalıyorlardı. Polat Alemdar’ın ve arkadaşının “Ben gitmedim kardeşim / oğlum gitti” anlarında yeniden akıllara düşürdüğü “Bokun Tarihi” adlı kitabı vakti zamanında Radikal kitap tanıtımında “Teorik Dışkının Pratik Sorunları” alt başlığı ile okumuştuk. Yanılmıyorsam tarih 2011’in sonlarıydı. Dominique Laport’un bu kitabını okura yeniden hatırlatan salt “artistlerimiz” değil elbet. Duyunca mide bulandıran üç harfli o sözcük ve ekürisi sidik artık siyaset literatürüne de girmiş oldu. Diyeceğim o ki Başbakanlık konutu ve önü basın açıklamalarından tutun da miting alanlarına rahatlıkla kullanır oldu nihayetinde.
Bazen bir kitap tartışılır bazen de gündemin tartışması o kitabı ve cümle yazılmışları yeniden hatırlatır. Kasım 2011’de bu köşede yer alan  “İlaç ve İffet: İdrar” başlıklı yazımda ‘boka bok’ diyememenin kolektif iç sıkıntısını Can Yücel’le aşmaya çalışmıştım nedense. Ve “adını anmak rahatsız edici gelirdi eğer şairimiz Can Yücel olmasaydı.” demiştim.  Öyle ya; bir yazısında “g...t” değil de açık açık “göt” dediği için şairimizin yargılandığı yazılıdır Ekşi Sözlük’te. “Hakim sorar; Can Yücel yanıtlar: Bizim köyde göte göt denir hakim bey” Bugüne geldiğimizde yazması ve hakime söylemesi daha kolay elbet. Başbakanın mitinglerinden tutun da ziyaretçisi artistlerin başbakanlık konutu önü basın açıklamalarına kadar yer alırken dışkı ve idrar mevzusu, müellifleri hiç arlanıp sıkılmadılar.
 Dışkı edebi / siyasi bir hal almışken bana bugün de iki yıl önceki yazımda olduğu üzere idrar yani sidiğin tarihinden alıntıları yazmak düşüyor yeniden.
Tıp tarihinde İdrar, tat ve kokusu ile önemli bir yer tutar. Dünya Sağlık Örgütünün günümüzde “salgın hastalık” olarak anmaya başladığı  Diyabetes Mellitus yani şeker hastalığında da idrarın tadı, kokusu önemli olup tanı aracıdır. Tıp tarihine dönüp baktığımızda idrarın tadı - kokusu meselesinde köle - kul /yüce efendi ilişkisi karşımıza çıkar. Eski Mısır’da “su çarkı hastalığı” olarak anılan şeker hastalığı geçen yüzyılın Britanya’sında adı lazım olmayan lordun her gün idrarını koklayıp tadına baktırdığı evin hizmetçisi ile tıp tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Aynen güncel siyasetin içinde Taksim’deki idrar kokusunda olduğu gibi.
Şeker hastalarının idrarında şeker olmasından hareketle hastalığın izleminde idrarın tadına bakmanın bugün evlerde kullanılan şeker ölçme cihazlarına denk düştüğünü hatırlattıktan sonra Taksim Meydanı’ndaki sidik kokusunun siyasete etkilerine dönmekte yarar var.
Kendi açıklamalarından anlıyoruz ki Gezi Parkı’ndaki sidik kokusunu Başbakanımız adına koklayan / koklatan Hasan Kaçan ve Polat Alemdar olmuş.
İdrarın tadı, kokusu, hastalıkları ve siyasete etkileri ile tek ilgilenen bizler değiliz elbet. Misal Birleşmiş Milletler... Kurulduğu günden bu yana genel kurulunda hastalık bahsi sadece dört kez gündem kılınmış: Sıtma, verem, AIDS ve son olarak Şeker Hastalığı. Aynı Birleşmiş Milletler iktidarın “sidik ölçer” ile izlediği Taksim’de yaşananlar konusunda hükümeti eleştirmişti yakın zamanda.
Sidiğin siyaseten tarihi bununla sınırlı değil elbet. Misal ABD başkanları farklı ülkelere gittiklerinde onların sidik ve tüm vücut atıklarının son derece değerli olduğu ve özel bir ekipçe imha edildiği haberleri zaman zaman yer alır basında ve Holywood filmlerinde. Ola ki idrarlarından varsa hastalıkları anlaşılır; değil mi?
Sidik deyip de hemen burnunuzu çevirmeyin. Eğer denizi olmayan diyarların insanı iseniz büyüklerinize sorun bakalım ne diyecekler? Sabırsız olanlar ile ben paylaşayım: Altmışlı yıllara kadar göz hastalığı olanların gözüne Anadolu’da da sidik damlatılırdı. Ama herkesin sidiği değil elbet! İlaç olabilmesi için mutlak o zatın deniz görmüş olması gerekirdi.
Sidiğin göz hastalıklarında kullanım tarihini yakın tarihe sığdırmak olmaz. Sayın Başbakanın “kürtaj, iffet” konularını yeniden miting konuşmalarına taşıdığı şu günlerde Eski Mısır’da göz hastalıklarından kurtulmanın yolunun “iffetli kadın” idrarından geçtiği inancını yeniden hatırlamakta yarar var. ‘İffetli kadın’ kocasından başkası ile birlikte olmamış kadın olarak tanımlanıyordu o tarihlerde. Heredot Tarihi’nde eski Mısır krallarından birinin on yıldır görmeyen gözleri için ilaç niyetine iffetli kadın sidiği arayışı anlatılır. Heredot’a göre önce kendi eşi ile başlar ve onlarca kadından sonra ancak gözleri görebilir kralın. Belki de töre / kadın cinayetlerinin tarihteki en vahşi biçimi sidiğin göz damlasına evirilmesi, derman kılınmasının da tarihi olmuştur böylece. Gözleri açıldıktan sonra kral, sidiği gözüne derman olmayan tüm kadınları “iffetsiz” sayar ve katlettirir. Bununla da yetinmez, bir ilaç olarak sidiğin ve iffetin anıtını diktirir Mısır’a.
İdrar, dışkı, Taksim, iffet, insanlık, anıt, Kars yan yana gelince bu yazı köşeye sığmaz değil mi?
Bir başka yazıda “terin tarihinde” buluşmak üzere sağlıcakla kalın.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa