28 Haziran 2013

20 yıl, 18 ay ve sessiz kalmamak gerek

İnsan hakları savunucularının yapabileceği en son şey acıları yarıştırmaktır. Bu topraklarda kim daha çok acı çekti, hangi kesim daha fazla yok sayıldı, katledildi, gibi soruların cevabını ararken acıları yarıştıran bir tarzı değil, aslında herkesin payına düşen bir mağduriyetin varlığını ön plana çıkartmalıyız.
Böyle yaklaştığınızda hesap yapmaya Kerbela’dan başlayabilirsiniz, Anadolu’daki Kızılbaş katliamlarından da. Yirminci yüzyılın başında Anadolu’da Müslüman olmayan topluluklara yönelik gerçekleştirilen  dinsel temizlik(!) operasyonlarından da söze girebilirsiniz, Türk olmayan Müslüman topluluklara yönelik katliam ve sürgün politikalarından da.
Ben bu kısa yazıda sadece iki sembolik tarihi buluşmaya vurgu yapmaya çalışacağım. Birisi malum 2 Temmuz 1993 tarihinde gerçekleşen Madımak Katliamı’nın üzerinden geçen 20 yıl. Diğeri 28 Aralık 2011 Roboskî Katliamı’nın üzerinden geçen 18 ay. Birinin mağduru Aleviler, diğerinin Kürtler. Her iki olayın en önemli benzerliği, üzerinden geçen bunca süreye rağmen faillerinin ortaya çıkartılıp cezalandırılamamış olması.
Gezi Parkı ile başlayan ve bugün ülkenin bir çok yöresine yayılan eylemlerin bence en önemli boyutu, Başbakan Erdoğan’ın toplumsal kamplaşma ve çatışmaları körükleyebilecek bir siyaset dilinde ısrar etmesi. Bir yandan Alevi-Sünni çatışması çıkarma niyetlerine karşı uyanık olmaktan söz edip, diğer yandan tam da bu tür planlara hizmet edecek bir ötekileştirme ve hedef göstermeye yönelmeyi nasıl izah edebiliriz?
Camide alkol içildiği hatta fuhuş yapıldığı iddiaları karşısında müezzinin sergilediği onurlu, sağduyulu tutum ile karşılaştırıldığında, Türkiye siyasetinin topluma yük olduğunu görebiliriz. Siyasette iktidar hırsının, sağduyuyu  ve vicdani tutumu sıfırladığı bir ortama sürükleniyoruz.
Toplumsal gerilimi eski sağ-sol denklemi üzerine oturtmanın hesaplarını bozmak için farklı bir muhalefet dilinin geliştirilmesi gerekiyor. Camide içki içildiği, başörtülü kadınlara saldırıldığı yönündeki iddialar, toplumsal psikolojinin siyasi aktörlerce maniple edilebileceği varsayımına dayanıyor. Bu hesabı boşa çıkaracak duruş ve söylemler, Türkiye’nin toplumsal barışının güvencesi olacaktır.
Emek ve adalet grubunun öncülük ettiği çağrı, Antikapitalist Müslümanların eylemleri ve imzaya açılan yurttaştan devlete ‘itidal çağrısı,’ bu açıdan adı anılmaya değer mütevazı ama anlamlı girişimlerdir. (www.sessizkalmamakgerek.com)

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ülkede 10 milyon kişi 25 bin liranın altında, açlık sınırı civarında bir ücretle çalışıyor.

65 yaş üstü nüfusun yüzde 13’ü geçinebilmek için, inşaat gibi ağır işler de dahil, çalışıyor.

Aile Bakanlığı verilerine göre 3 milyon 690 bin aile sosyal yardımla geçiniyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
MEB’in tarikatlardan sonra Ülkü Ocaklarıyla protokol imzalamasının ardından Ülkü Ocaklarının okullarda düzenlediği etkinliklerin propaganda ve eleman kazanmaya dönüştüğü iddiaları gündeme geldi

Evrensel'i Takip Et