20 yıl, 18 ay ve sessiz kalmamak gerek
Fotoğraf: Envato
İnsan hakları savunucularının yapabileceği en son şey acıları yarıştırmaktır. Bu topraklarda kim daha çok acı çekti, hangi kesim daha fazla yok sayıldı, katledildi, gibi soruların cevabını ararken acıları yarıştıran bir tarzı değil, aslında herkesin payına düşen bir mağduriyetin varlığını ön plana çıkartmalıyız.
Böyle yaklaştığınızda hesap yapmaya Kerbela’dan başlayabilirsiniz, Anadolu’daki Kızılbaş katliamlarından da. Yirminci yüzyılın başında Anadolu’da Müslüman olmayan topluluklara yönelik gerçekleştirilen dinsel temizlik(!) operasyonlarından da söze girebilirsiniz, Türk olmayan Müslüman topluluklara yönelik katliam ve sürgün politikalarından da.
Ben bu kısa yazıda sadece iki sembolik tarihi buluşmaya vurgu yapmaya çalışacağım. Birisi malum 2 Temmuz 1993 tarihinde gerçekleşen Madımak Katliamı’nın üzerinden geçen 20 yıl. Diğeri 28 Aralık 2011 Roboskî Katliamı’nın üzerinden geçen 18 ay. Birinin mağduru Aleviler, diğerinin Kürtler. Her iki olayın en önemli benzerliği, üzerinden geçen bunca süreye rağmen faillerinin ortaya çıkartılıp cezalandırılamamış olması.
Gezi Parkı ile başlayan ve bugün ülkenin bir çok yöresine yayılan eylemlerin bence en önemli boyutu, Başbakan Erdoğan’ın toplumsal kamplaşma ve çatışmaları körükleyebilecek bir siyaset dilinde ısrar etmesi. Bir yandan Alevi-Sünni çatışması çıkarma niyetlerine karşı uyanık olmaktan söz edip, diğer yandan tam da bu tür planlara hizmet edecek bir ötekileştirme ve hedef göstermeye yönelmeyi nasıl izah edebiliriz?
Camide alkol içildiği hatta fuhuş yapıldığı iddiaları karşısında müezzinin sergilediği onurlu, sağduyulu tutum ile karşılaştırıldığında, Türkiye siyasetinin topluma yük olduğunu görebiliriz. Siyasette iktidar hırsının, sağduyuyu ve vicdani tutumu sıfırladığı bir ortama sürükleniyoruz.
Toplumsal gerilimi eski sağ-sol denklemi üzerine oturtmanın hesaplarını bozmak için farklı bir muhalefet dilinin geliştirilmesi gerekiyor. Camide içki içildiği, başörtülü kadınlara saldırıldığı yönündeki iddialar, toplumsal psikolojinin siyasi aktörlerce maniple edilebileceği varsayımına dayanıyor. Bu hesabı boşa çıkaracak duruş ve söylemler, Türkiye’nin toplumsal barışının güvencesi olacaktır.
Emek ve adalet grubunun öncülük ettiği çağrı, Antikapitalist Müslümanların eylemleri ve imzaya açılan yurttaştan devlete ‘itidal çağrısı,’ bu açıdan adı anılmaya değer mütevazı ama anlamlı girişimlerdir. (www.sessizkalmamakgerek.com)
- Yazılı olmayan kurallar 11 Nisan 2015 01:00
- Muhalefetin gücü ve farkındalık 04 Nisan 2015 00:57
- Katırlar da ağlar 28 Mart 2015 01:00
- Halife efendimiz aldatılmış hükümsüzdür 21 Mart 2015 00:52
- Ben aday olmazsam kim olmalı? 14 Mart 2015 01:00
- Erdoğan’ın faizci arkadaşları ? 07 Mart 2015 00:54
- Türkmenistan modeli dururken ne Meksika'sı? 28 Şubat 2015 01:00
- Kavganın büyüğü 21 Şubat 2015 00:52
- En yeni Türkiye 14 Şubat 2015 01:00
- İşlevsiz parlamento, tutarsız başkanlık 07 Şubat 2015 00:52
- Herkes radikal solmuş meğer 31 Ocak 2015 00:53
- Deli deliyi görünce 17 Ocak 2015 01:00