Erdoğan demokrasisi ve demokrasi
Başbakan mikrofonların, kameraların karşısına geçtiğinde, önceden belirlenen konularda pek düzenli konuşuyor; bu konuşmalarda, “milletin hizmetkarı olmak”tan, dünyanın en demokratik hükümetinin kendi hükümetleri olduğundan dem vurmaktan da pek hoşlanıyor. Öyle ki, boş kaleye gol atılması için tasarlanmış, Özal icadı “Ulusa Sesleniş” adını bile, üstenci bulmuş olmalı ki Erdoğan, bu adı “Millete Hizmet Yolunda” diye değiştirdi.
İşte bu “Millete Hizmet Yolunda”nın son programında, “milletin hizmetkarı” olmakla övünen zat, en azından milletin bir bölümünün Gezi Parkı direnişi sırasında, “Vali, Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü görevden alınsın!” talebi karşısında öylesine celallendi ki; “Şunlara bakın yahu, ayakların baş olmasın istiyorlar!” diye Gezi Parkı direnişçilerinin üstünden tüm halka karşı, “Aklınızı başınıza alın böyle isteklerde bulunmayın” dercesine kükredi!
Kime karşı kükredi?
Hizmetkarı olduğunu söylediği millete karşı; yani “efendisine” karşı!
Eğer öyle olsa, Başbakan gerçekten halkın hizmetkarı olsa, efendiye karşı böyle hot-zot edebilir miydi?
Elbette hayır!
Çünkü gerçekte Başbakanın yaptığı, alçak gönüllülük görüntüsü arkasında, tüm halkı aptal, alemi sersem yerine koymaktır!
Açıktır ki, demokrasinin belki de en belirleyici kriteri olan “ayakların baş olmak istemesini” Başbakan, lanetli, haince bir başkaldırı, bir başıbozukluk, bir anarşi durumu olarak görmektedir!
Bu tartışmada Başbakan, “Millete Hizmet Yolunda” programının sonuncusunda, “millete” “demokrasi dersi” vermeye kalkıştı:
“Şunu burada, ekranlar aracılığıyla sizlere tekrar hatırlatmak durumundayım. Türkiye, geçmişte olduğu gibi, azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir ülke değildir. Azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir ülke, demokratik bir ülke olamaz,... Bununla çoğunluğun azınlığa tahakkümünü de asla kastetmiyorum. … Bizim dönemimizde … Azınlığın çoğunluğa hükmetmesine son verilmiş,…”
Görüldüğü gibi, bir alıntı içinde bile üç dört çarpıtma birden yapılmaktadır.
1-) Başbakan ülkeyi yöneten güçle kendine oy verenleri bir ve aynı gösterip, iktidarını kendisine oy veren yüzde 50’nin iktidarı olarak görmektedir. Elbette bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Oy almak ve alınan oyun temsilcisi görünme sadece bir avuç büyük sermaye sahibinin ve rantiyenin gerçek iktidar gücü olduğunu, partisinin de onların aleti olduğunun üstünü örtmektir. CHP, MHP ve BDP’ye oy verenler ne kadar iktidarsa, AKP’ye oy verenler de o kadar iktidardır.
2-) Türkiye’de hiçbir zaman çoğunluğun iktidarı olmamıştır. Tersine iktidarlar her zaman bir avuç büyük sermayenin büyük toprak sahiplerinin ve rantiyenin iktidarı olmuş, partiler onların düzenine meşruiyet kazandırmanın ötesinde bir işleve sahip olmamıştır. Çoğunluğun iktidarları sadece demokratik halk iktidarları ve sosyalist iktidarların olduğu ülkelerde olmuştur.
3-) Demokrasi, (burjuva demokrasisi) azınlık-çoğunluk meselesi değildir. Burada kriter, ezilen ve sömürülen sınıfların kendi iktidar mücadelelerini vermesinin, bunun için mücadele etme hakkının tanınmasıdır. Eğer ezilen, sömürülen kesimlerin siyasi grevler, genel grevler, direnişler gösteriler, mitingler,... yoluyla iktidar mücadelesi yapması engelleniyorsa, siyaset yapma, siyasi parti kurma kayda şarta bağlanıyorsa, böyle rejimlerin adı demokrasi değildir. Öyle dense bile değildir.
Eğer Başbakan halkın öne sürdüğü talepleri, bu talepler için mücadele etmesini, “Ayaklar baş olmak istiyor!” diye gayri meşru ilan ediyorsa, böyle bir anlayışın demokrasiyle bir ilgisi yoktur. Bunu söyleyen Başbakansa, o Başbakanın demokrasinin “d”siyle bile ilişkisi yoktur. Tıpkı, dört-beş yılda bir seçim yapılıp, seçimde halkın oy vermesini “demokrasinin tecellisi” olarak görmenin demokrasiyle bir ilgisinin olmaması gibi. Tıpkı dayanışma grevinin, genel grevin, siyasi grevin yasaklandığı, parti kurup seçime girmeyi, siyaset yapmayı yasaklarla sınırlayan bir düzende demokrasinin ancak halkın kazandığı mevziler olarak, fiili durumlar yaratarak var edilebileceği gibi!
EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’
Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.
Evrensel'i Takip Et