Gezi direnişi pek çok güzellik sonrasında bir de duran adam eylemi yarattı. Yönetenler, gezi direnişini kırdığını düşünüp Taksim savaşından utkuyla (!) çıktıklarını sanırken duran adam eylemi onları bir kez daha şaşkınlığa; hem de umarsızlığa düşürdü. O ünlü balkon konuşmalarından çevreye yayılan; ama bir türlü gerçekleşmeyen kardeşlik duygusunun gezi parkında, Taksim’ de, Kuğulu’ da, ülkenin her yerinde ve dünyanın pek çok yerinde kendiliğinden oluştuğunu görünce ne yapacağını bilememenin aymazlığını yaşadı ve kimi adamların durmaması, saldırması için ne gerekiyorsa yaptı. Durmamak için can atan adamlar da gereğini gerektiği (!) biçimde yerine getirdiler; hem de birkaç aylık tutarındaki ödülü kazanacak (!) derecede canla ve başla. Ama içlerinden biri dur durak bilmedi, daha çok ödül alacağını düşünmüş olmalı ki daha bir öne çıktı. Öyle ki durmayan o adam arkadaşlarının çok önüne geçti ve bir koşan adam oldu.
O adamın, Ethem Sarısülük’ ün kafasına kurşunu sıktıktan sonra koşması, kaçması, koşarak kaçması, kaçarken koşması gözümün önünden hiç gitmiyor; hiç de gitmeyecek. Sanırım pek çok gözün de… Ne ki gözünün önüne getirmeyerek görmezden gelenler de oldu bu ülkede. “Ne yaptı ki, kurşun mu sıktı?​”  diyenleri görünce…
Bilgisayar oyunlarındaki o yapmaca kahramanların koşusu vardı o adamda. O zaman anladım ki o oyunlardaki adamların koşması, bana gülünç gelse de doğalmış. Ya da bizim koşan adam kendini bilgisayar oyunu kahramanı sanmış. Bilgisayar oyununudan fırlamış gibi koşarken yazdığı destanın altına imzasını atmış da kaçıyormuş gibiydi. Niye kaçıyorsa o destandan!. Madem saldırın denmişti… Saldırmıştı o da; hem de öldürmüştü. İnsanların can güvenliği korumakla görevli adam niye kaçıyordu ki, yardım etmek yerine? Ve nasıl kaçardı? Savaş mı vardı orada? Kim kime düşmandı? Kim yapmıştı onları düşman?
Bütün bu çelişkileri, açmazları o koşan adamın kaçması, kaçan o adamın koşması düşündürdü bana. Neyi nereye koyacağımı bilememenin çıkmazları içinde böylesine debelendirdi beni. O koşma bir başka şeydi. Adam da. Polis miydi gerçekten? Yoksa, 12 Eylül öncesinde “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz”  diyen o ünlü başbakanın belirttiği gibi güvenlik güçlerine yardımcı sivil güçlerden biri miydi? Ne olursa ve kim olursa olsun destan yazdıkları söylenenlerin arasında o koşan adamın ayrı bir yeri olacaktır bundan böyle. Çünkü, o, o destanın  altına kurşunla imza atan bir adam olarak kalacaktır; öyle de anılacaktır. Yargılayanlar onu hoş görse de o yaşam boyunca kendini nasıl savunacağının sancısını çekecektir kuşkusuz silahını teslim ederken insanlığını da bırakmadıysa. Hiçbir inancı olmasa da insan olarak. Ne ki o sıktığı kurşunla insan olmanın sınırlarını çoktan aşmıştır, geçip gitmiştir bir yerlere.
İnanan biri olduğu da kesin.Çünkü, içinde bulunduğu toplumun inançlarını dinin de ötesine taşıyarak bolca çeşitlendirilmiş yollardan birinde sıkı bir eğitim aldığından hiç kuşkum yok.  Yani “Allah’ın verdiği can ancak Allah alır”  diye düşünenlerden olmasına karşın can alıp tanrısına başkaldırmış olanlardan belli ki.  O nedenle, kendini, kendini bu yola itenleri de yargılaması gerektiğini düşünüyorum. Brezilya’ daki güvenlikçiler gibi halktan yana, direnişten yana duramadığının; koşan adam olmayı yeğlemesinin nedenlerini kendine açıklar umarım günün birinde. Gerçi onun bütün bunları yapması Ethem’ i geri getirmeyecek; ama bir can alıcının insanlığa dönmesini sağlayacaktır diye düşünüyorum.  
O koşan adamın, koşarken, kaçarken, koşarak kaçarken, kaçarak koşarken attığı adımlar da bunları düşünecek zamanı olmamıştır. Ama bundan sonraki her adımda düşünecek zamanı bulmasını istiyorum. Çünkü ben, gözümün önünden hiç gitmeyen o görüntüde, koşan adamın her adımında  bunları düşünüyorum. Onun da düşünmesini istiyorum. Çünkü, ne denli koşarsa koşsun Ethem Sarısülük ve arkadaşları hep arkasından gelecektir.
Kaç, koşan adam, kaç!…

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et