5 Temmuz 2013

İnsan, doğa ve yaşam

İnsan, doğanın bir parçası olduğunu ne zaman unuttu? Makineler yapıp ona egemen olduğunda mı? Sanayi devriminden sonra kentleri kuşatıp beton evlerde yaşamaya başladıktan sonra mı? İnsanın yeryüzündeki uzun serüvenini düşünecek olursak bunun zamanını tam olarak bilmek oldukça güç. Ancak bildiğimiz bir şey var ki, insan doğanın parçası olduğunu unuttu; doğadaki öteki canlıların yaşam haklarının olduğunu da… Bu dünyayı onlarla paylaştığımızı da…Doğadan uzaklaşan ve doğanın bir parçası olduğunu unutan insan, doğadaki yer altı yer üstü bütün zenginlikleri yalnız kendi çıkarları uğruna kullanmaya, kullanırken de yıkıp yok etmeye başladı. Bu dünyayı paylaştığımız öteki canlıları da… Kimi heyecan yaşamak için avlarda öldürdü hayvanları; kimi postu, dişi, eti, derisi için öldürdü… İnsan doğadan uzaklaştıkça doğanın bir parçası olduğunu unuttu; unuttukça toprak, o tohum atıp emek verince bire on bire yirmi veren toprak, üzerine konut dikilecek arsaya dönüştü. Ormanlar, korular ve ağaçlar da… Gözü kâr hırsından, paradan başka bir şey görmeyen insan; çıkarları uğruna doğadaki öteki canlıları yok etmenin yanı sıra, kendi türünü bile sömürmekten, yok etmekten çekinmedi. Geçtiğimiz günlerde, Orta Torosların en güzel yerleşim yerlerinden biri olan Sütçüler’de, kapitalizmin, bu sistemin yetiştirdiği insanın para hırsının neden olduğu yıkımlarla karşılaştım bir kez daha… İstanbul İlk Öğretmen Okulunda okurken, tatillerde Isparta Sütçüler’e giderdim. Dağları kaplayan çam ormanlarını, vadilerden çağlayarak, köpürerek akan dereleri gördükçe “Umarım burası bozulmadan kalır, gözü paradan başka bir şey görmeyenler buraları keşfetmez” derdim kendi kendime… Kasabadaki bağların sonunda, kayaların arasında köpürerek akan Değirmenderesi’nin suyu o kadar berraktı ki,  dibindeki çakıl taşları ve kum tanecikleri görünürdü… Yıllar sonra Değirmenderesi’ne gittiğimde büyük bir düş kırıklığı yaşadım; suyu bulanık ve kirliydi, çok azalmıştı. Çünkü suyunun bir bölümü HES’e aktarılıyordu. Suyun çıktığı yere doğru gittiğimizde o berrak suyun yerini bir karış kalınlığında yosun tutmuş bir çamur birikintisinin aldığını gördüm. Doğal güzelliği göz kamaştıran Değirmenderesi’ne Sütçüler Enerji tarafından HES yapılırken yine karşı çıkanlar olmuş; doğa için, yaşam için. Onlara da şu tanıdık yanıt verilmiş: “Kasabamızın gelişmesini istemiyor bunlar.” (Dış mihrak lafı da geçmiştir mutlaka..)Yıllar sonra Sütçüler’e gittiğimde yalnız suyunu çaldıkları için kirlenen Değirmenderesi değildi gördüğüm. Taşını, mermerini çalmak için (Söylentilere göre, belki de, varlığını unutturmaya çalıştıkları uygarlıkların kalıntılarının altında bulacaklarını düşündükleri hazine uğruna) parçalanmış, oyulmuş dağlar; komşuluk ilişkilerini ortadan kaldıran, kasabadaki ekonomik toplumsal yaşama büyük bir darbe vuran beton evler; o küçücük kasabada hiç gerekmediği halde, üstelik dere yatağına yapılan TOKİ evleri… Bütün bunların, hep daha çok para kazanmak, birilerine rant sağlamak; karşılıklı çıkar ilişkileriyle, bitmek bilmeyen inşaat sektörüyle ayakta tuttukları iktidarlarını sürdürebilmek için yapıldığını artık çocuklar bile biliyor.  Yıllardır ülkemizin birçok yerinde insanlar; kentsel dönüşüm adı altında yapılan rantsal dönüşüm uygulamalarına, HES’lere, nükleer ya da termik santrallere karşı yaşamı savunma mücadelesi veriyorlar. Taksim Gezi Parkı’nda ve ülkemizin öteki kentlerindeki eylem ve etkinlikler, bize bir kez daha gösterdi ki sorgulamayı öğrendi çocuklar, gençler. Sorgulayıp karşı çıkmayı. Hepsinden daha önemlisi insan, doğanın bir parçası olduğunu anımsadı yeniden… Bu dünyayı öteki canlılarla paylaşmamız gerektiğini de… Ağaçları, suları, gaz bombasından etkilenen köpekleri, kedileri korurken aslında insanı, yani kendi türünü koruduğu gerçeğini de… Düşünen, sorgulayan; doğanın bir parçası olduğunu anımsayan, doğadaki bütün canlılara sevgiyle, saygıyla yaklaşan insan sayısı arttıkça, yaşam için, gelecek için umudumuz çoğalıyor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et