Halkın gazetecileri hareketi
Kafa kağıdı biraz eskiyenler -daha iyi-bilir ya…
Ortaokul talebesi olarak Ankara sokaklarında rastladığım afişi hatırlıyorum…
Çocuk aklımın hafızama kazıdığı slogan şu idi:
“Halkın Polisi olmak istiyoruz.
POL-DER.”
İlk cümlesi:
Sermayenin… Burjuvazinin… Oligarşinin… değil!.. de… Olabilir…
Emin değilim…
Yol yorgunu* olmasam ‘araştırmacı gazeteci’donuna girer, esasını bulur, yazardım…
Lakin mecalim yok… (Affola!)
Kaldı ki meselemiz bu değil… Biraz da girizgah olsun, diye girdim… Diyecektim ki… Hassas meslektaş tepkisi ihtimali yapıştı yakama…
Polis… Ve gazeteci!?..
Ne alaka!
Gazcı TOMA’cılar ile şiddetinden nasiplendirilenler nasıl aynı minvalde anılabilir?
Bi’ bakıma haklı… İlk bakışta… Satıhta…
Oysa son tahlilde…
Kimse kusura bakmasın, şişkin egonun kibirli itirazından öte anlamı yok bu serzenişin…
Zira polis: Egemenlerin (Ve devletine hükümet edenin) kolluk kuvveti…
Gazeteci: Egemenlerin (Ve devletine hükümet edenin)zihinsel kuvveti…
İdeolojik “Bekçi köpeği” diyenler de var ama o kadarına girmeyeyim… Şimdilik…
Tabii “ana akım medya” namıyla andığımız tekelci burjuva medyasından söz ediyorum.
Ve devam ediyorum, “kolluk-zihinsel kuvvet” paralelliğine…
Misal.
Polis “yeter be”cilereTOMA’kratik saldırı düzenliyor…
Gaz ve zehirli su fışkırtıyor…
Medya?
Maniple görüntü ve düzmece haber püskürtüyor…
Tabii…
Penguen ve yemek tarifli karartma “eee!!!!” dedirtince…
Kah Gezi’de eylemcilerin arasına girmeye niyetli kara kedi rolü oynuyor… Kah esnaf mağdur provokasyonuna…Ya da olmadık rezilliğe soyunuyor…
Öyleyse… si, şu:
Neyin ne olduğunu bilen, araştıran gazeteci halkının yanında olur, diyeceğiz…
Selda Bağcan’ın “Yaz gazeteci yaz!” öğüdüne uyup…
Görüp de görmezden geldiklerimizi…
İsteyip de yazamadıklarımızı yazacağımız ortamı inşa için kolları sıvayacağız…
Hasılı…
Bu memleketin efendilerinin kirli çamaşırlarını teşhir etmek için bi’ nevi siyasi gerçekleri açıklama kampanyası düzenleyeceğiz.
Tabii bunun için safımızı seçeceğiz:
Kimin yanındayız?
Evet, “Dünyayı sarsan 10 gün”deki askerin kabalığında: Burjuvazinin mi, proletaryanın mı?..
Yoook…
İşyerinde parayı verenin, patronun… Sokakta halkın yanında…
Olmaz!
Kendini de bizi de kandırma…
Gazetecinin militanlık sahası, sokağı esas olarak haber dairesi ve yazı işleri koridorudur…
Sokaktaki nümayiş, haberlerine yansımayacaksa ne kadar kıymetli olabilir ki!?
Hayır, istifa etmeden… Şöölebi’ kafa atıp çekip gitmeden… İşimize, ekmeğimize sahip çıkarak yapmak mümkün bunları…
Medya ortamını demokratikleştirme mücadelesi vererek…
Yani…
Örgütlenerek…
Sadece İstanbul Taksim’de, İstiklal Caddesi’nde yürümek... Eylem kampanyaları örgütlemek için değil…
Bunların içinden çıkacak basın emekçisinin örgütünü yaratarak yapabiliriz…
Bunun adı da esas olarak sendikadır…
Okuru/izleyicisi/dinleyicisiyle birleşmiş yeni tipte sendika…
Halkın Gazetecileri Hareketi (Girişimi) böyle iddiası olanların şemsiye örgütü olabilir…
Var mısınız sermayenin (AKP’nin) değil, halkın gazetecisi olmak istiyoruz, demeye?
Başlamak için: Dördüncü kuvvet medya, objektif gazetecilik…filan gibi liberal safsataları kafası karışıkların ulaşabileceği rafta tutun ki iyice dibe vursunlar…
Yukarı çıkmak için ilk adım uygun dozda “sınıf indirgemeci” perspektif önerilir…
Sonrası, sonraya…
Arayışa devam….
Ama “Dost dost ille kavga” dizesinin Enver Gökçesi’ne nazire yapalım…
İlle de örgüt…Alasından!
*Bilmem farkında mısınız!? Zorunlu ve yorucu seyahat nedeniyle üç haftadır yazamadım… Pardon!
Sizi bilmem ama ben özledim… Böyle iyiydik, kafa dinledik… Biz seni seyahatlerde seviyoruz, diyen sevgili okur, seni de...
ORAN’TISIZ BASKIN İLE SİNSİ GÖRMÜŞ’ÜN ALPER’ENİ
Baskın Oran ile Alper Görmüş’ten söz ediyorum.
Biliyorsunuz: İlki profesör, ikincisi gazeteci.
Mutlaka başka farklılıkları da vardır ama benim bildiğim bunun gibi ayrıntılar…
Ha bir de Baskın Hoca’mızın TİP’li, diğer muhteremin Perinçekçi olması hususu var…
Elbette başlarında “eski” sıfatı takılı.
Yoksa Alper Görmüş’ün şimdiki Aydınlık’la hiç ilişkisi yok. Sol düşmanı milliyetçi/ihbarcı “eski” Aydınlık çalışanı olmak dışında…
Zira Baskın Oran…
Açıklamalarından biliyoruz ki, TİP’li yıllar onun için bi’ nevi kayıp dönem… Nitekim kendisi paralı eğitimi savunacak kadar neoliberal sağcılıkla pek senli benli…
Böylece hazretlerin ortak noktalarına girmiş oluyoruz.
İkisi de…
AKP’yi Türkiye için şans olarak gördükleri için meşrulaşması için ellerinden geleni yaptılar…
Bu konudaki diğer ortak noktaları da: “AKP’nin doğrusuna doğru, yanlışına yanlış deriz”cilikleri ki…
Bunun, onların “gerçek meftunları” nezdinde inandırıcılıklarını artırdığına şüphe yok.
Zaten onlar da bunun farkında.
Görmüş kendince bunun “teorisi”ni de yaptı:
Eleştirel gazetecilik…
AKP destekçiliğinin mesleki kılıfı…
Baskın Hoca’mız ondan geri mi kalır!
En son “Akil insanlar” toplantısına katılmayarak fethetti kimi muhalifleri…
Neyse, sadede geleyim…
Muhteremlerin ortak pozisyonlarının merkezini sola olan patolojik nefret oluşturuyor. Galiba.
“Gezi’cilere destek, AKP’ye eleştirel mesafe” ile başlayan çizgi iktidarın kritik hedefinde birleşti: İsyan hareketini iyi-kötü çocuklar olarak bölmek…
Görmediyseniz, yazılarına bakın.*
Benim sahiden her şeye rağmen anlamaya çalıştığım şu:
Gezi isyanı nedeniyle sol-sosyalist muhalefetin öz güven kazanması bu ikiliyi neden bu kadar rahatsız ediyor?
AKP’yi zorlayan bu hareket için iktidarı aklama, solu itibarsızlaştırma adına neden koca koca yalan söylerler…
Tabii “Başından beri Gezi’yi destekleyen iyi niyetli” kimlikleriyle…
Misal.
B. Oran’ın ‘Taksim Dayanışmanın etkili gücü Halkevleri’ni “ulusalcı” yaftalaması….
Ya da ‘Gezi’yi Genç Siviller çizgisine mal etmesi…
Sola düşmanlığın bu arkadaşlarda yarattığı patolojiyi çözümlemek beni aşıyor…
Psikiyatrlar değilse psikolojik savaş uzmanlarının söyleyecekleri iki çift laf vardır herhalde…
Bize değil, yakınlarına…
Zira mukayyet olmaları lazım.
Göründüğü gibiyse tabii…
*Taksim-Gezi’nin üç halkası ve AKP, Baskın Oran, Radikal 2, 14 Temmuz 2013
Yine de soracağım: Taksim Dayanışması’na çıplak sorular, Alper Görmüş, T24, 8 Temmuz 2013
Gazetecilik kuşku mesleğidir, Alper Görmüş, T24, 11 Temmuz 2013
Satır altından notlar...
SANDIĞIN ‘SIRRI’ BDP’NİN SAKIK’I
BDP’li Sırrı Sakık, Star gazetesine konuşmuş… Gezi isyanını kastederek:
“Bazı kesimler sandıkta yenişemedikleri iktidar partisini acaba farklı alanlarda nasıl devirebiliriz ne yapabiliriz anlayışı içinde oldular.” (30 Haz. 2013)
Sakık, Erdoğan’ı aratmayan bu lafları AKP’nin Star’ına hangi duyguyla etti bilmiyorum.
Ama varlığını dağdaki “isyan” hareketine borçlu partinin vekiline bir iki soru:
* PKK sandıktan mı çıktı?
* Kürt isyan hareketi meşruiyetini sandıktan mı aldı, talepleri ekseninde yükselen mücadelesinden mi?
* Sokak/dağ olmasa sandıktan BDP çıkar mıydı?
Son soru: AKP’ye kıyak geçeceğim… Sandık kutsama ayini yapacağım derken “Her yer Taksim…”i zan altında bırakarak ayıp etmedin mi?
Unutma… AKP gezintisi hülyalı olabilir… de…
‘Gezi’ ile iyi günde kötü günde…
EVRENSEL'İNMANŞETİ
Cesaret zamanı
Ucuz emek ve yüksek kâra dayalı çalışma düzeni sendikal yasaklarla sürüyor. Bu düzenin değişmesi için sendikal hak ve özgürlüklerin kazanılması ve bunun için mücadele hayati önemde. Fiili grevleri kazanımla sonuçlanan Birleşik Metal-İş’in Başkanı Özkan Atar, “İşçiler inisiyatifli ve cesur olmalı, bize düşen sinmek değil mücadele etmek” diyor.
Evrensel'i Takip Et