Gücü gücü yetene
Yaklaşık bir yıl önce Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, “Göreve geldiğimizde Türk futbolunu kaos ortamından çıkaracağımızı söylemiştik, bunu başardık” diye konuşmuştu. Evet, ne kadar başarılı(!) oldukları, UEFA cezalarının kesinleştiği şu günlerde çok daha iyi anlaşılıyor. Ülke futbolu, Demirören federasyonunun adeta basiret fışkıran ve emsalsiz bir ileri görüşlülük barındıran icraatları sayesinde tarihinin en huzurlu(!), en saygın(!) dönemini yaşıyor. Ne kadar övünseler ve kendileriyle gurur duysalar az!..
Hiçbir sorun, günü kurtarıp durumu idare etmeye çalışmak ya da pislikleri halının altına süpürmek gibi geleneksel çözüm yöntemlerini(!) devreye sokmaktan bizi alıkoyamıyor. Şike sorunu karşısında da bu yönteme başvurduk. Soruşturmada adı geçen kulüplere ceza vermemek için yasa maddelerinde değişiklik yapmakla kalmadık, üstüne bir de “sahaya yansımadı” gibisinden, UEFA’nın asla anlayamayacağı tuhaf bir savunma argümanı ürettik.
Suçlanan takımların yöneticileri ısrarla hiçbir kirli işin söz konusu olmadığını söylerken, federasyonun ilgili yasada apar topar değişiklik yapması nasıl açıklanabilir?.. Bu; federasyonun elinde, yöneticilerin söylediklerini yalanlayan bazı bilgi ve belgeler bulunduğu anlamına gelmiyor mu?.. Yöneticilerin söylediklerine federasyon inanmazken UEFA’nın inanmasını bekleyebilir miyiz?.. Bu açıdan bakıldığında, federasyonun yasada değişiklik yapması bir anlamda suçun itirafı sayılmaz mı?..
Peki, Aziz Yıldırım’ın savunma sırasında, bir yandan başka takımların kirli işlere bulaştığı iddiasını gündeme getirirken öte yandan, “Diğer takımlar ne kadar temizse Fenerbahçe de o kadar temizdir” diye konuşması nasıl bir savunma stratejisidir?.. Başkalarını kirli işlere bulaşmakla suçlayacaksın sonra da Fenerbahçe’nin o suçladığın başkaları kadar temiz olduğunu söyleyeceksin... Bu da bir itiraf değil mi?..
Fenerbahçeli futbolcular ise her fırsatta şampiyonluğu şikeyle değil alın teriyle, hak ederek kazandıklarını dile getiriyorlar. Bu söylediklerinde yüzde yüz haklı olabilirler. Ama işte hep unuttukları bir şey var. Şikeye teşebbüs de cezalandırılmak için yeterli. Yani illa ki şikenin gerçekleşmesi gerekmiyor. Elbette futbolcuların yönetici bazında girişilen kirli işlerden haberdar olması düşünülemez. Bu nedenle onların isyanı pek bir anlam taşımıyor.
Dünya ölçeğinde endüstriyel futbol düzeni, öncelikle güçlü kulüplerin çıkarlarının korunması ve kollanması yönünde kurgulanmış durumda. Bu düzende, akıl almaz miktarlara ulaşan paranın büyük çoğunluğu güçlülerin kasasına akar. Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası, Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi gibi büyük organizasyonların sorunsuz şekilde gerçekleşmesine titizlik ve özen gösterilir. Böylesi bir titizlik ve özen peşinde koşulurken temel kaygı eşitlik ve adalet değil; şike, doping, kumar, ırkçılık gibi nedenlerden dolayı insanların futboldan soğumaması, uzaklaşmaması ve güçlülerin kasasına akan paranın sekteye uğramamasıdır. Eşitlik ve adalet ise suyun başını tutan güçlülerin kendi çıkarlarını garantiye aldıktan sonra lütfedip bahşettikleri kadardır. Tıpkı Türkiye’deki büyük kulüplerin Anadolu takımlarına reva gördükleri eşitlik ve adalet gibi. Türkiye’nin büyükleri Anadolu kulüplerini figüran yerine koyup onların gözünün yaşına bakmadan futbolun kaymağını yemeye çalışırken, Avrupa’da roller değişiyor. Bu kez onlar Avrupa’nın güçlü kulüplerinin figüranı haline geliyor ve onların gözünün yaşına bakan olmuyor.
Rantın, paranın yön verdiği futbol düzeni işte böyle “gücü gücü yetene” anlayışıyla yürüyor. Endüstriyel futbol; isyan ettiğimiz kokuşmuş düzenin kokuşmuş bir oyunu... Hiçbir şekilde bu oyunun bir parçası olmamak lazım!..
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.
Evrensel'i Takip Et