Bir çeyrek yüzyıl oldu polis suçları ile ilgili çalışmaya başlayalı. Polis suçları dediysem, polisin insana yönelik şiddetinden söz ediyorum. Kısacası işkence suçundan. İnsanların bireysel şiddet uygulamaları da çalışma alanıma giriyor ama polis suçları farklı bir yerde duruyor. Polislerle alıp veremediğim herhangi bir sorun olduğundan değil elbette. Bu ülkede ve tabii ki bütün dünyada polisin görev tanımından, bu görevi tanımlayanlardan ve meşrulaştıranlardan sıkıntı duymaktayım aslında.
Son 2 aydır toplum için de nihayet görünür hale gelen ve sınır tanımayan polis şiddetini dahi meşrulaştırma çabası en azından benim için yabancı değil. Uykusuz, aç, uzun saatler çalıştırılmaları, attıkları gaz bombalarından en fazla onların etkilendiği, maalesef kuramadıkları sendikaları, geçirdikleri soruşturmalar ile yürütülen aklama faaliyeti farklı biçimlere ve sözlere bürünerek her daim çıkar karşımıza.
Güvenlik çok ikiyüzlü bir sözcüktür, sinsidir. Birilerinin güvenliği diğerlerinin güvenliğine yeğlenir. Diğerleri güvenlik için tehdit olmakla suçlanır ve yargılanır. Tehdit olarak algılananın “birileri”nin güvenliğini sağlamakla yükümlülerce tehdit olmaktan çıkartılması için gereken yerine getirilir. Gereğinin ne olduğu, birilerinin güvenliğini ne kadar tehdit altında hissettiğine bağlı olarak değişik düzeylerde olabilir.  Güvenliğin asli unsuru ise zaman zaman başka silahlı güçlerden yararlanılsa da, genellikle polislerdir. Yaratılan güvensizlik algısının 11 Eylül sonrası Britanya’da cildinin rengi nedeniyle bir Brezilyalıyı sokak ortasında vurma yetkisi tanıması ile bu ülkenin 80’li yıllarında tıbbi tanıklığım olan elektrik ve askı işkencelerinin, “çatışmada ölü ele geçirilme”, “4. kattan atlama” hikayelerinin ve günümüzde plastik mermi ve gaz fişekleri ile kör edilip, öldürülenlerin sanıklarına tanınan yetkilerin birbirinden farkı yoktur.
Güvenlik yalnız polisler eliyle sağlanmaz, onlar elin parmakları ise, kolları unutmamak gerekir. Öldürülmeyenlerin bir süre de olsa tehdit olarak görülmeyecekleri yerlerde tutulmaları için kararı verecek mekanizmalar, dolayısıyla yargının şefkatli kollarına ihtiyaç vardır. Elleri ve kolları hareket ettirebilmek için de sinirlerden gelecek iletilere gerek duyduğumuza göre, “birileri”nin hükümeti bu iletileri dağıtan sinirli mi sinirli sinir ağlarını kurarlar. Birileri de kolektif bir beyin olarak kimi tehdit olarak tanımlayacaklarına karar verir. Beyin dokusunda bazen beklenmedik elektrik akımları, beklenmedik el, kol hareketlerine yol açabilse de, devlet adını verdiğimiz bu organizma çoğunlukla uyum içinde birlikte çalışır.
Polis işkence yapar, cezasız kalır. Nişan alıp, sokak ortasında insan öldürür, meşru müdafaa denilerek salıverilir. Gaz bombalarıyla göz çıkartır, memura mukavemetten gözü çıkartılana dava açılır. Yukarıda kendi mesleki alanımdan benzeşmelerle biraz indirgeyerek de olsa tanımlamaya çalıştığım bu organizmadan farklı bir tutum bekleyemeyeceğimiz çok açık görünmektedir. Zaman zaman bizi şaşırtan bazı kararlar, uygulamalar olsa bile bunlar da o beynin beklenmedik elektrik akımları, kolların istemsiz seğirmesi gibi nadir hallerde ortaya çıkar ancak.
Parmakların işlediği suçlarla uğraşmanın beyne bir etkisi olur mu o zaman, derseniz, olur derim. Parmağınız yandığında, acısını hissetmenizi sağlayan, sinirler boyunca beyne taşınan sinyallerdir. Doğrudan beyne gider, birkaç denemeden sonra öğrenir, bir daha parmağınızı ateşe tutmazsınız.
Bu kadar büyük bir organizmanın parmak sayısı çok olunca acıyı hissedip, öğrenmesi zaman alıyor tabii. Ama ben hem çok inatçı, hem de sabırlıyımdır.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et