Sınır ihlali
Fotoğraf: Envato
Bir siyaset yapma alanı olarak kuruluyor iftar sofraları epeydir. Faşist askeri darbe sonrası, ama daha da belirgin olarak Özal iktidarı ile yaygınlaştığını gözlediğim, belki de o zamanlar dikkatimi çekmeye başlayan bir durum mu, yoksa her zaman vardı da, yaşadığım ortamda mı görünür olmuyordu, bilemiyorum. Rakı sofralarında memleketin kurtarıldığı bir evde büyüdüm ben. Babamın duruma uygun anlatacak komik bir hikayesinin mutlaka olduğu, annemin ve dönemin birkaç şairinin şiirleri ile hükümetlerin, siyasetçilerin taşlandığı ve babamın hemen sofrayı siyasetten arındıracak yeni bir hikayesiyle durumun ciddiyetini sulandırdığı sofralarda en çok babama kızdım önceleri.
Ramazan geldiğinde oruç tutup, namaz kılan anneme “r”si alttan alta sezilen bir hoşgörüyle bakan babamın ne oruç tuttuğunu, ne de namaz kıldığını görmedim. Sanırım kendince bir sinizm barındırırdı, dine, siyasete, hayata dair. Anneannemlerde iftar sofraları kurulurdu da, babaannemlerde böyle bir iftar sofrası kurulmuşluğu yok belleğimde. Aile dışında bir iftar sofrasına davet edilmişliğimiz, etmişliğimizi de hatırlamıyorum. Sanki sessizce yaşanırdı o bir ay, asosyal olurduk ailece o günler boyunca. Çocuktum, arada anneme katılıp, ben de oruç tutardım illaki bir iki gün.
Kadıköy Maarif Koleji olarak başlayıp, son senesinde Kadıköy Anadolu Lisesinden mezun olduğum 7 yıl boyunca, ben başladığımda bir ikisi kalmış Amerikalı öğretmenler, duvarlarında “Yankee Go Home” yazılı bahçe ve 70’li yılların başları benim için daha fazla siyaset, daha çok anlama ihtiyacı ve Kadıköy’ün sahaflarına yatırdığım harçlıklar ile aldığım kitaplara gömüldüğüm yıllar oldu. Denizcilikten emekli Ferda amca ile o yıllarda tanıştım. Nem, toz ve kağıt kokusunun muhteşem karışımını içime çekerek, yaz tatillerini kitapların o serin gölgesinde emekli arkadaşları ile sohbet ettikleri sahaf dükkanında geçirir oldum. Yunus Emre aşığıydı Ferda amcam. Bektaşi fıkraları anlatırlardı birbirlerine. Mesnevi’den alıntılarla konuşurlardı. Ömer Hayyam şiirlerini ilk o kuytuda duydum. Okudukça meraklandım. Babamın Alman disiplininden olsa gerek, paganizmle başlayıp çok tanrılı dinlerden semavi dinlere doğru bir okuma hattı çizdim. Tevrat ve İncil’imi 1972 yılında almışım Ferda amcamdan. Kur’an ise 1973 yılında geçmiş elime. Çevirilerin Lafzi ve mana diye ikiye ayrıldığını, Türkçe çevirilerin “tefsir-mana” dolayısıyla çevirenlerin kendi yorumları olduğunu bu emekli sohbetlerinde işittiğim için olsa gerek, İngilizcesini almışım bütün bu kitapların. Aynı yıllarda tanıştım Jethro Tull ve en önemlisi Aqualung albümüyle. Tanrı üzerine, din üzerine düşünürken, benim gibi ergen arkadaşlarımla varoluş sorgulamaları yaparken “My God” düşündüklerimizi özetleyiverdi. İlk ve son tokadımı yedim annemden, 15 yaşının delikanlılığı ile inanmadığımı söylediğimde.
O zamandan beri ikiyüzlü gelir bana iftar sofraları, herkesin ayrımsız elini kaldırıp mırıldandığı ve sonra yüzünü sıvazladığı cenaze törenleri. Ölüm bir o kadar gerçekken, yasın da gerçek olması gerektiğini, yoksa başa çıkılamadan peşimiz sıra sürüklendiğini ancak bu mesleğe girince gördüm. Herkesin yas süreci farklı, o farklılığa özen göstermek gerekir, sanırım biraz kavrayabildim. İnanç da hayatın örselenmişlikleri ile başa çıkma mekanizmalarından biri ve türlü örselenmişlikleriyle nasıl başa çıkacağını herkes kendi ölçülerinde belirliyor, bize o ölçülere saygı duymak, onun ölçülerine uygun sınırları ihlal etmemek düşüyor. Alanlar birebir örtüşebilir, kısmen kesişebilir veya birbirinin çok uzağında, hiç değmeden kalabilir. İlla o alana girmek, orada durmak zorunda hissetmedim kendimi hiç. Destek olmam gerekirse, alanın sınırlarına basmadan, kenardan destek sunabilirim, kendi alanıma sokmamaya da özen göstererek elbette.
Ne iftar davetlerine katılırım, ne de cenaze törenlerinde elimi kaldırırım. Babama kızmaktan da çok önce vazgeçtim, barıştım onunla. Memleketin ne rakı sofrasında ne de bir kahvenin dumanlı havasında çaylar yudumlanarak kurtarılamayacağını da o zamanlar fark etmiştim.
Yeryüzü sofralarını alana müdahale olarak değerlendirdiğimi söylemeliyim bütün bunlardan sonra, hem kendi alanıma hem de inananların alanına. Siyasi partilerin, çalışma ortamlarının düzenlediği ve dalga dalga yayılan iftar sofralarını da farklı görmüyorum. Her ikisi de dinin siyasete, siyasetin de dine pazarlanması, başa çıkma mekanizmalarının teşhir malzemesi olması dolayısıyla kapitalist üretim ilişkilerinin ayrılmaz parçası olduğunu düşünüyorum.
Yeryüzü sofralarının başından beri neden beni rahatsız ettiğini anlayabilmek, anlatabilmek için, bir iç yolculuk yapmam gerekti. Bu yolculuk umarım kimsenin sınırlarını ihlal etmemiştir.
- İnadına tanıklık 05 Aralık 2024 04:41
- Çetelere bütçe 21 Kasım 2024 04:59
- Büyümeden annen sana, ölüm alacak 14 Kasım 2024 04:42
- Bu zamanda hekim olmak 07 Kasım 2024 04:43
- İnsan hakları mücadelesine devam 31 Ekim 2024 04:43
- Çeteler kol geziyor 24 Ekim 2024 04:43
- Kimi, niye aşağılıyoruz? 17 Ekim 2024 04:34
- Şiir yazmanın sorumluluğu 03 Ekim 2024 04:43
- Siyah çöp torbasına atılan insanlığımız 26 Eylül 2024 04:45
- Sistematik işkence 19 Eylül 2024 04:41
- Narin bir çocuk 12 Eylül 2024 04:43
- Savaş hesabı 05 Eylül 2024 05:26