Libya halkı da başarabilir
Fotoğraf: Envato
Libya’da halk ayaklanmasının Mısır ve Tunus’a göre daha çatışmalı, ağır silahların da işe karıştığı bir seyir izlemesi, Kaddafi yönetiminin savaş uçakları ve ağır silahlarla ayaklanan halka saldırması Libya’yı, “Ne oluyor?” sorusunu büyüterek dünya gündeminin ön sırasına taşıdı.
Türkiye’nin, dünyanın diğer ülkelerinden farklı olarak, bu ülkede yerleşik 25-30 bin kişilik bir “koloniye” (*) sahip olması, Türkiye’de Libya’daki isyan “Bir Afrika ülkesinde devrim”den öte bir iç politika sorunu olarak da tartışılmakta, AKP Hükümeti ile Kaddafi yönetimi arasındaki ilişki de sorgulanmaktadır. Nitekim Başbakan dün geleneksel “AKP Gurubu’ndaki konuşması”nı büyük ölçüde, muhalefetin, “Erdoğan, Kaddafi yönetimini neden Mübarek yönetimi gibi eleştirmiyor?” sorusuna ayırdı. Ve beklendiği gibi muhalefete, basına verdi veriştirdi. Libya’daki gelişmeler ise, bu ülkedeki çatışmalar sertleştikçe ve kalıplara uymayan gelişmeler ortaya çıktıkça, demokrasi anlayışı “Seçim sandığı koymayı” aşmayan liberal çevrelerde de endişeler büyüyor.
Çünkü Libya’da Tunus ve Mısır’dan farklı olarak belirli bir “muhalefet” görünmezken, düzenin direği ordunun da birliğini koruyamadığı, örneğin Bingazi gibi ülkenin ikinci büyük kentinde isyancıların tank, zırhlı araçlar gibi askeri araçları, silah depolarını da ele geçirdiği, askerin ise ya isyancılara katıldığı ya da askeri tesisleri terk ettiği anlaşılmaktadır. Yani eğer Kaddafi yönetimi iktidarı bırakmak zorunda kaldığında “Düzeni sürdürecek bir gücün olmadığı”, “Ülkenin anarşiye sürükleneceği” ya da “Libya’nın aşiretler federasyonuna dönüşeceği”ne dair değerlendirmeler yapılmaktadır.
Kaddafi döneminin zaten, petrolden elde edilen büyük gelirin belirli bir uzlaşma çerçevesinde aşiretler arasında paylaşıldığı bir federasyon olduğu bilinen bir gerçektir. Libya Halk Cemahiriyesi denilen ve Kaddafi’nin “Üçüncü Evrensel Teorisi”nin uygulaması gibi gösterilen düzenin zaten böyle bir federasyon olduğu düşünüldüğünde, Kaddafi sonrası Libya’nın bir aşiret federasyonuna dönüşeceği; ayaklanmanın aşiretlerin yönetime başkaldırısı olduğu tezleri önemli ölçüde geçerliliğini yitirmektedir. Çünkü ayaklanan halk; elbette özgürlük, iş, ekmek istemektedir. Çünkü Kaddafi yönetimi boyunca, gelişen kapitalist ilişkiler; aşiret ilişkilerini bozarak kapitalist çıkar ilişkisini aşiret mensupları arasında da geliştirerek, öte yandan da aşiretler arasına da kapitalist çıkar ilişkilerini sokarak, zengin yoksul uçurumun büyümesini ve her bir aşiretin yönetici erkiyle tabanı arasındaki çelişkinin derinleşmesini getirmiş olmalıdır. Bu yüzden de olup biteni; bu sınıflaşma ve sınıf çatışmasından bağımsız aşiretler arasındaki bir çatışmaya indirgemek, sadece Batılıların Libya gibi ülkelere göre geliştirdikleri şablonu tekrar etmek olur.
Tersine olup bitenlerden beklenir olan Libya’daki petrol gelirlerini ve öteki yer altı ve yer üstü kaynaklarının kaymağını yiyen tabakaya karşı bir başkaldırıdır. Ve halk yığınları bu başkaldırı içinde kimlerin hangi safta olduğunu görerek, kimler kime karşı birleşirse Libya’nın halkı için geleceğin daha parlak olacağını görme imkanını kazanmıştır. Libya halkı hem kendi deneyimlerinden hem de Mısır, Tunus gibi ülke halklarından öğreneceklerdir.
Elbette eski biçim örgütlenmeler de bu yeni zemin üstünde biçimlenecek, evrim geçireceklerdir. Dolayısıyla Libya’da önceden hazır kalıp örgütler olmaması, ya da şimdilik görülmemesi, bazı zorluklar getirse de Libya halkının diktatörlüğü yıkma gücünü gösterdiği gibi (gösterebilirse) ülkeyi yönetmek üzere örgütlenebileceğini de beklemek gerekir.
Bunu nasıl yapacağını ve bu girişimlerin sınıfsal ve örgütsel bakımdan neye karşılık geldiğini; bugün süren ayaklanmanın hangi somut örgütlenmelerle bağlantılı olduğunu görmek için ise henüz zamana ve Libya’da olup biten konusunda daha çok bilgiye ihtiyaç vardır.
(*) Türkiye’nin Libya’da 17-18 milyar dolarlık bir yatırımı olduğu ve bu ülkedeki Türk nüfusun orada çalışan işçilerden ibarete olmayıp (Türkiyeli 3 bin 500 işçi olduğu belirtiliyor), Libyalıları rahatsız edecek kadar ticaret ve toplum yaşamına da müdahale ettiği belirtilmektedir. Kaddafi’nin oğlunun “Libya’yı İtalyanlara ve Türklere bırakmayacağız” demesi de halkı böyle bir milliyetçilik üstünden yedeklemek istemesi, İtalyan ve Türklerin eski sömürgeciler olması yanında bugün de Libya’da sömürü ve kötülüklerin kaynağı olarak görüldüğünün işaretidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00