30 Temmuz 2013 16:50

Doğan Akın, Taraf Mahallesi, No: T24

Doğan Akın, Taraf Mahallesi, No: T24

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Çağına uy/zaman dışıymış gibi davran/bunda çelişki yok
Sabahattin Kudret Aksal
Önce Burak Cop ayrıldı: T24’ün Taraflaşması: Buna gerek yoktu, (19 Temmuz 2013) diyerek…
Aziz Çelik, “Yazmak ve küçük şeyler üstüne...” (20 Temmuz 2013) yazdı ve gitti… Gidiyorum, demeden… İma ederek.
Ardından da Bülent Şık: T24’e veda (22 Temmuz 2013) dedi.
Cop ve Şık’ın, açıkladıkları yazılarını kesme gerekçesi T24’ün (eski) Taraf gazetesine benzemesi…
Taraf’tan ayrılanların T24’te yazmaya başlaması…
Bülent Şık, isim vermiyor ama Alper Görmüş onun için yetmiş anlaşılan…
Aziz Çelik ise… Dediğim gibi… Buruk bi’ ima ile “sol liberal çizgi” rahatsızlığıyla “çekiliyor”, T24 sitesinden.
Her üç yazar da bilhassa Doğan Akın’a sevgi ve hürmetini eksik etmeden…
Lakin, Doğan Akın pek oralarda değil; sanki alınmış gibi…
Ki, zaten yazının başlığı da saklamıyor:    
“T24’ü hiçbir mahalleden alkış ya da ayar almak için kurmadık” (T24, 29 Haziran 2013)
Alkış… Ayar…
Eğer kaçırdığım başkaca eleştiri yoksa D.Akın epey içerlemiş ki…  O hiddetle sert ifadelere müracaat etmiş…
Lakin… Yazının akışı yanıltmasın:
Doğan Akın,  ezcümle, “Biz dün ne isek bu günde aynıyız” demek isterken haklı…
Yani T24, dün ne kadar Taraf gazetesi çizgisindeyse, bu gün de o kadar…
Yazar geçişkenliği bi’yana…
Tarz da benzerdi:
Mustafa Balbay’ın günlüklerinin sızdırıldığı adres neresiydi?
AKP Diktasına vize veren 12 Eylül referandumu meselesine hiç girmeyelim…
13 Eylül sabahı yazılanlara bakın isterseniz…
Sorun bence ayrılan arkadaşların yaklaşımında…
Sanırım onları da irrite eden fark şu: Bilhassa Alper Görmüş gibi alameti farikanın T24’te yazması ki…
Bu noktada haklılar; sağlam mide ister…
Ama Doğan Akın da,  “Elbette hepimiz gibi Alper Görmüş de eleştirilebilir” deme hamiyetini göstermiş… Sağ olsun.
Tabii bi’ yere kadar… Alper Görmüş’e “devletin ideoloji aygıtı” yakıştırmasına kızıyor…
O ki, “…Yüzlerce medya seçkininin yayımlamaya cesaret edemediği ‘darbe günlükleri’ dosyasını yayımlayan, ardından devlet güçlerinin baskınlarına ve davalara muhatap olan bir gazeteci.”
T24’ün kaptanı Akın, böyle bi’ gazeteciye “Nasıl devletin ideolojik aygıtı denilir!” diye çıkışıyor…
Görmüş’ün tek başına “aygıt” işlevine büründürülmesindeki hata bi’ yana…
Benim cevabım şu olur:
Haklısın; A. Görmüş “eski” devletin değil… Ona restore etmek üzere el koyan yeni devletin “aygıtı”…
O cüreti de “yeni” gelenin kudretinden almış olabilir mi?
Uzatmayayım…
D. Akın’ın göğsünü siper ettiği A. Görmüş’e, gündemi bombaladığı sırada Milliyet’te mülakat yapan Devrim Sevimay soruyor:
* Yayımladığınız komutanın günlüklerini kim ele geçirdi ve size ulaştırdı, hiç merak etmediniz mi?
Hayır?
* Bir Kuvvet komutanının karargahındaki bilgisayarına, özelikle de silinmiş hard diskine ulaşabilen kuvvetin kimliğini gazeteci olarak hiç merak etmediniz mi?
Hayır…
(Teknik nedenlerle soru ve cevapları arşivimden harfiyen veremedim… mealen yazıyorum.)
Sevimay’ın yerinde sorusu, o günlükleri ele geçireni…. Bugünü inşa eden o muazzam gücü merak ediyor…
(Hayır, kaynaklarını açıklaması gerekmiyor… Ama yine de…)
Alper Görmüş soruya sinirleniyor… Mühim olan “demokrasi” ya…
Görmüş’ün bu tavrı pek sevdiği ifade ile, “Kuşku ve merak mesleği olarak gazeteciliğe ne kadar” uygun?
Görmüş ait olduğu mahalle namına bu soruları pas geçmiş olabilir mi?
Eğer böyleyse D. Akın hangi ikametgahsız gazeteciliği savunuyor?
Hangi mahalle adına?


YAVUZ BAYDAR’LARA…

Yandaş medya, hizmetkarlarını da yemeye başladı…
Sabah Ombudsmanı Yavuz Baydar, Hasan Cemal’e mesaj atmış:
“Kovulduk ey halkım unutma bizi” (T24 25 Temmuz 2013)
Geçmiş olsun…
Merak etmesin, Baydar:
Halkımız unutmaz: Kovulduğunu da, cellatlarınla kalemdaşlığını da…
Hem, unutsa da arşiv hatırlatır!


BİR GÜNÜN HİKAYESİ

Kulağımda kalmış… İyi gazeteci, biraz da iyi arşivci, demektir…
Her iki “iyi”yi pas geçtim ama pes de etmedim.
Pek istikrarlı olmasa da… Arşivden vazgeçmedim.
Misal. Bakın bu haftaki başlıklardan ileri demokrasi:
* ‘Başbakan Erdoğan’a beddua’ gözaltısı (25 Temmuz 2013)
* TRT’nin İftar Mutasavvıfına göre sokağa çıkmanın sakıncası: Hamileleri gören genç kızlar doğurmaktan korkuyor
* Sınır Tanımayan Gazeteciler: Türkiye basın özgürlüğünde 154. Sırada (25 Temmuz 2013)
* AB: Gazetecilerin tasfiyesi ve hapsedilmesi otosansürü normalleştiriyor (25 Temmuz 2013)
* AKP’li Çelik: Erdoğan’ı kınayan 30 ünlü önce ağzını çalkalasın (25 Temmuz 2013)
Sıkıldım… Seyir defterini başkası tutsun Usta…


BRAVO SOL’A

Gezi’de tanışıp evlenen çifti ilk kim bulup konuşacak, merak ediyordum…
Ana akım medya aradığını bulamayacağı için pek peşine düştüğünü sanmıyorum…
Sol Gazetesi’ne kısmetmiş, diyelim…
Ellerine sağlık…
Bi ayağım hep Gezi’deydi ama ben Nuray Çokol ve Özgür Kaya’nın anlattıklarından çok şey öğrendim… Polisin tezgahları, itibarsızlaştırma tertipleri…
Herkese… Ama bilhassa Gezi’yi dışarıdan izleyenlere hararetle tavsiye ederim…(Sol, 23 Temmuz 2013)


ÇUKUR

Konsomatrislerin hoşgörüsüne sığınıyorum…
Engin Ardıç’la aynı cümle içinde geçmek bile ayıpken…
Ötesine geçeceğim…
Yok… Parayı basanın masasına oturup beklediği cümleleri fısıldaması nedeniyle değil…
Masalarda iş göremez haline gelince konsomatrisler pavyonda tuvalet bekçiliği yapar ya…
E. Ardıç’da onlara benziyor.
Hâlâ iyi çemkirdiğini göstermek için atıp tutuyor ama ıııh!
Eskiden olsa ‘Gezi’ için daha zeka kokan salvolar savururdu…
Şimdi ne o öyle!
* Acayip karı kız düşüyormuş abi… Gezi’de…
* Çadırda ayaküstü iş bitirenler partisi…
* Camiye ayakkabıyla girenler Partisi… (Sabah, 27 Temmuz 2013)     
Patronun bunları zaten kekeleyip duruyor… Senin işin onu tekrar etmek değil ki?
O kadarını bile üretemeyecek hale mi geldin!
Yazık, zavallıya!..


Satır altından notlar...

KÜÇÜK ADAM

Böylelerinden mutlaka çevrenizde vardır…
Kimisi sevimlidir… Ama tadında bırakmayanları hiç çekilmez…
Her mühim olayı vesile sayıp kendilerine pay çıkarırlar…
Figüran bile değilken asli fail rollerine soyunurlar…
Eski Türk filmlerindeki afili abi yamaklarını gülerek izlemişsinizdir en azından: Bi’ vurdum… filan derken kamera, masa altındaki ürkmüş halini gösterir ya…
Her mahalle kahvesinde de bulunur böylelerinden… Hayallerini oynayan maskot muamelesi görürler…
Bu tiplerden bi’de medyada bulunur…
Fark: Mebzul miktardadırlar…
Fark 2: Sevimsizdirler… Kızma duygusu yerini giderek acımaya bırakır.
Sanki kıtlık varmış gibi bi’ de Rasim O. Kütahyalı peyda oldu…
Yazık…
En son Koç operasyonu vesilesiyle rastladım:
“Bundan tam bir buçuk ay önce Koç ailesini ve tüm Holding camiasını uyaran bir yazı yazdım. O Yazının başlığı “Koç ailesi hangi tarafta?​” idi…. ama anlaşılıyor ki uyarılarım ciddiye alınmadı ve önemsenmedi.” (Sabah, 27 Temmuz 2013)
Devamla, TÜPRAŞ’a baskın ile Koç’un Gezi’ye müsahaması filan vesilesiyle başına gelenler arasında bağ olduğunu ima ediyor… Hatta “öyle” diyor…
Koç’a baskın bu adamın yazdığı gibiyse;
-Yani Koç, Hükümet tarafında olsaydı TÜPRAŞ’a baskın olmayacak mıydı, filan diye sormayacağım…
Çünkü bu soruya kadar sorulması gereken daha temel sorular var ki…
En başta da Rasim O. Kütahyalı gibi birinin bileceği boyuttaysa…
Zaten izan aramaya gerek yok…
Tamam kuryeliğini duyuyoruz, tetikçiliği aşikar da… Bu kadarı çapsızlık da fazla yahu…
AKP Hükümetine bile…

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa