1 Ağustos 2013

Senin işin de çoook zor be Tayyip!

Halkın siyaset dışına itilmesiyle ilgili basınımız ve aydınlarımızın en çok kullandığı argümanlardan biri Salazar’la ilgili olduğu söylenen bir hikayedir. Salazar’a Portekiz halkını nasıl bunca yıldır böyle başkaldırmadan, sessiz sakin bir biçimde yönettiğini sormuşlar. O da demiş ki, “3F ile yönettim: Futbol,  Fado (halk şarkıları, folklor) ve Fatima(Katoliklerin büyük önem atfettikleri bir Portekiz kasabası)!”

Bunca zamandır tartışmasız en etkili teskin edici, hatta uyuşturucu olarak kullanılan 3F’nin önemli F’lerinden birisinin düştüğüne tanık oluyoruz: Futbolu temsil eden F’nin! Bir zamandan beri statlar ve statları dolduran futbol seyircileri, siyasi gündeme çeşitli vesilelerle, en çok da kendi kulüplerini rencide eden kimi siyasi girişimlere karşı bir siyasi tutum da alıyorlardı. Ancak Gezi Parkı eylemleriyle bu kendinden kalkarak siyasete müdahale biçimi doğrudan ülke siyasetine “taraftar”dan müdahale olarak biçimlendi. Ki, Gezi eylemleri içinde “Çarşı” başta olmak üzere taraftar grupları, büyük bir kitleye sahip “bir siyasi çevre” olarak algılandılar. Halen de öyledir. Bu da Hükümet ve sistemin çeşitli baskı örgütlerini derin derin düşündürmeye başladı.

Öyle ya, sadece Salazarlar değil 12 Eylül Cuntası başta olmak üzere son 50 yılda bütün hükümetler, gençliğin siyasetle uğraşmasını anarşi, haytalık, çapulculuk, teröristlik, hatta vatan hainliği, … olarak değerlendirip, yasaklarken, onlara “İlla taraf olacaksan bir futbol kulübüne taraftar ol!” diyen bir politikayı esas almışlardır. Son yıllarda bu yönlendirme, bilet fiyatları, kulüplerin yüksek fiyatlı forma vb. satışları, şike olayları, kulüplere yönelik siyasi müdahalelerin yanı sıra futbolu büyük bir ekonomik ve siyasi rant alanına dönüştüren büyük sermaye ve siyaset erbabı, kendi yarattıkları krizin faturasını “taraftara kesmeye kalkınca” “taraftar” da artık, “Ne oluyor?​” demeye başlamıştır. Sorun böyle sorulunca olup bitenler de anlaşılmaya başlandı.

“Taraftar” görmeye başladı ki; spor, müsabaka, maç, lig… diye organize edilen şeyin aslında bir ekonomik ve siyasi rant amacının olduğunu, “taraftarlığın” da bu rantı büyütmek için kullanıldığını fark etmeye başladılar. Bu fark ediş, olağan günlerde kısmen siyasi tepkilerle ifade edildi. Ama Gezi Parkı eylemleriyle birlikte bu fark ediş, Hükümetin “özel yaşama müdahalesi”ne tepkiyle birleşti; taraftarın özgürlük mücadelesinin bir bileşeni olarak özgürlük ve demokrasi mücadelesine katılmasına geldi. Şimdi Hükümet, Gezi Parkı eylemlerinden sonra ülke çapındaki binlerce kulübün taraftarlarını, her hafta doldurulan yüzlerce stadyumu nasıl zapturapt altına alacağını düşünüyor. Çünkü Hükümet, spor karşılaşmalarında tribünleri dolduran halkın ve okulları dolduran gençliğin her vesileyle Hükümetin çeşitli uygulamalarını protesto edeceğini düşünüyor. Çünkü Hükümet artık, okulların ve tribünlerin dün olduğu gibi kimi siyasi çevrelerin değil ama geniş gençlik yığınlarının siyasete müdahalesinin bir alanı haline gelmesinden korkuyor.

Üç gün önce Başbakan Yardımcısı Arınç’ın, konuya ilişkin söylediklerini dün de İçişleri Bakanı Güler, daha da vurgulayarak tekrarladı.

Özet olarak, “Statlarda ve okullarda ideolojik ve siyasi tezahüratı cezalandıracağız, bunları önlemek için gereken önlemleri alacağız. Bunun için kombine bilet satışı dahil her aracı kullanacağız” diyen Bakan Güler, korkularının ne kadar büyümüş olduğunu göstermiş oldu. Hükümetin bu endişeleri açıkça göstermektedir ki, “taraftarlık” artık siyaset dışılığın bir yolu olmaktan çıkıp siyasetin bir dayanağına dönüşmüştür! Ancak Hükümet bu gerçeği anlamak ve özgürlüklerin kullanıldığı açık ve demokratik normların egemen olduğu bir toplum yerine, kendisine muhalif bütün toplumsal kesimleri zapturapt altına alan, onları polis şiddetiyle, yasa ve yönetmeliklerle susturan bir toplum yaratmayı kendi geleceğinin tek garantisi olarak görmektedir. Bu elbette halk yığınlarının uyanış içine girdiği bir toplumda, baskıcı ve geleceğini suskun toplum inşa etmeye bağlamış bir Hükümet için çok büyük bir handikaptır. Çünkü Hükümet böylece, binlerce stat, yüzlerce binlerce fakülte, ve liseyi hizaya getirmeyi, kontrol altında tutmayı kendine görev olarak belirlemiştir! Gezi Parkı eylemlerinin o en yaygın duvar yazılarından biri “Senin de işin çok zor be Tayyip” “vecizesi” şimdi hükümetin şahsında bir anlama da kavuşmaktadır. Belki, “Senin işin de çoook çok zor be Tayyip!” biçiminde bir vurguyla!

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et