Olmayan adalete timsah gözyaşları
Fotoğraf: Envato
Sağlık sorunları nedeniyle geçen hafta “ Medyatik Medya” köşemizde buluşamayınca, olayların sıcaklığı hiç eksilmeyen gelişmelerinden ayrı düştük. Bu hafta geçen haftanın (9-10 Ağustos 2013) yirmiye yakın gazetesi üzerinden bir giriş yaparak, olayları ve haberleri çeşitli, farklı açılardan değerlendirmek zaten bu köşenin özelliklerinden biri. Haftanın olayı bazı çevrelerce “Ergenekon Davası” olarak adlandırılan, ama sonradan şekil değiştirilerek tam değimiyle kabağın gazetecilerin ve bilim insanlarının başında patladığı, bir adalet ve siyaset skandalına dönüşen olaylar zinciriydi. Bu konuda iktidarla yakınlığı olan, hatta Başbakan Recep Tayip Erdoğan’la ailevi bağları bulunan Yeni Şafak gazetesi önde gelir çoğu zaman. Bizim de yine oradan başlamamız gerekebilirdi. Ama biz, siyaset ağırlığı pek göze batmayan ya da ustalıkla gizlenen Sabah gazetesini yeğledik
HOŞ BAKAN HOŞ BAKILAN GAZETE
İktidara hoş bakan, iktidarca hoş bakılan, olayları hoş görüp, bardağın boş tarafını pek görmeyen Sabah gazetesi aslında iyi gazetecilik yapmayı da iyi biliyor. Yani helva demesini de havla demesini de… Nitekim “Ergenekon” diye adlandırılmakta karar kılınan siyasi davada ilk mahkeme kararının 6 Ağustos’ta açıklanmasından sonra ortalığı iyi kokladı ve geleceğin ihtimallerini göz önünde tutarak, 9 Ağustos 2013 günü manşeti çekti:
‘ERGENEKON AİHM’YE GİDER’
Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni, yılların deneyimli gazetecisi Erdal Şafak’ın yazısı bir yana (ayrı bir kutu olmaya değer) siyasete pek girmeyen, kültür sanat insanı Refik Erduran’ın yazısı bu uyumlu tavrın bir örneği. Diyor ki Erduran: “Hukuk ve şefkat apayrı kavramlardır. Haklı ceza almış kişinin idama gidişi de yürek burkabilir, Hüseyin Çelik renkli adam; her duruma ait atasözleri biliyor. “ Kurda Merhamet Kuzuya zulümdür.” dedi. (Kurt hangisi, kuzu hangisi? Her alanda ortalıkta o kadar çok kurt ile kuzu dolaşıyor ki birbirinden ayırt edebilmek için tam bir kurt olmak gerekiyor. N.G.) Erduran, ülkede tersliklerin yaşanabilmesinin nedeni, ülkemizdeki akıl dışı kutuplaşma. Son kararlar sonucunda gerginliklerin artmasıyla o hastalık ateşinin yükselmesini önlemeliyiz. Bereket versin yurdumuzda ‘ idam’ dışında hiçbir ‘müebbet’ ceza gerçekten ebedi değildir. Toplum bünyesi ölçüsüz kırıcılıklarla zehirlenme tehlikesinde ise, düzeltmeler, hafifletmeler, affetmelerle ergeç çözüm bulunur. Gerekiyorsa panzehir gecikmemeli.
‘HESAPLAŞMA YERİ?’
Cumhuriyet’te Emre Kongar, “Hesaplaşma Yeri?..” yazısına şöyle başlıyor: “Siyasal partiler, iktidar ve muhalefet nerede hesaplaşır? Sandıkta! Siz bu hesaplaşmayı sandıktan alıp, doğrudan kontrol ettiğiniz Özel Yetkili Mahkemelere verirseniz ne olur? Soysal’ın deyişiyle, Toplum, “İlk atom bombasının atılışından sonra yerle bir olmuş harap ve ıssız Japon kentleri üzerine çöken havayı andırır” bir hale gelir!
Başbakan’ın Başdanışmanı, “Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşması” diyor, Silivri’de karara bağlanan davaya. Buna karşılık, askeri darbelerin hapislere attığı, türlü maddi ve manevi işkencelerden geçirdiği Anayasa Profesörü Mümtaz Soysal olayı nasıl görüyor: “Herhalde asıl neden, Başbakan’ın ve siyasi başdanışmanın ağızlarından kaçan bir sözcüktür: Hesaplaşma. Onlara göre toplumdaki iki kesim arasında bir kapışma olmuş ve iki taraf karşı karşıya gelerek aralarındaki sorunları ortaya sürerek bir sonuca varmaya çalışmışlar, sonuç da bu olmuş.”
‘AMPUL ADALETİ’
“Yeniçağ” gazetesinde Savaş Süzal, Silivri de verilen cezalara değiniyor: “ Ne yalan söyleyeyim, kararlar, önce de yazdığım gibi şaşırtmadı. Aslında ampul adaleti, beklediğimden daha az ceza dağıttı, hatta bir kısım tutukluyu beraat ettirmeden serbest bıraktı. Gene beklendiği gibi, Erdoğan basını, yukarıdan verilen talimatı hazmedip, hata yapmadan yayınlamak için, 24 saat sonra, haber, yorum ve tartışma programları yaptı. Yürüdüğüm her yerde, bindiğim her araçta, berberde, dolmuş ve takside halkın tepkisini öğrenmek için belli etmeden dinledim. Üzüleceksiniz ama halkta tepki falan yok. Sizler, ey Silivri’dekiler, yaz ve bayram tatilinde çok kişinin, umurunda bile değilsiniz. Onlar, Fener maçı, tavlada yapılan marslar, nerenin kuşbaşılı pidesinin iyi olduğu gibi hayatın önemli konularını tartışıyor. Sebep korku mu, yoksa gamsızlık mı bilemem. Halk, kendisini söğüşleyen, eli kırbaçlı yöneticilerden hoşlandığını, bir kez daha kanıtladı. Aynı durum, dış tetikçileri için de geçerli. Diyarbakır mahkemelerinde devamlı diplomat veya milletvekili bulunduran Batı, Silivri’de, gazeteciler, öğretim üyeleri yargılanmış umurlarında değil. Onlar plan hazırlayıp, ellerini kirletmeden, iş birlikçilerine uygulattı. Şimdiki açıklamalar sadece durumu kurtarma. Bu iktidar ne zaman onların çıkarlarına zararlı duruma gelir, o zaman siz değil onlar vururlar tekmeyi.”
‘GEÇMİŞTE ASKERİ DARBELER’
Mehmet Barlas, Sabah’taki köşe yazısında askeri darbelerden söz ediyor: “ Batının en gelişmiş ülkelerinde de geçmişte askeri darbeler vardır. Ama 21’inci yüzyılda Fransa’da ve hatta İspanya’da askeri darbe düşünmek sadece gülünç kaçar. Ortadoğu coğrafyasında ise sivil ve demokratik kurumların oluşması için, hoşgörünün ve uzlaşma kültürünün egemen olması için, gelecek bayramları beklersiniz hep… Bugünün Türkiye’sinde yaşadığımız bu bayramda cezaevlerindeki siyaseten mahkum olanlar veya olarak bulunanlar üzerinden tartışmaktayız. Aynı tartışmaları geçmiş bayramlarda da yapmıyor muyduk? “
‘DUYGUSAL MANŞET’
Fethullah Gülen Hocaefendi‘ye yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesi haber olarak duygusal bir manşetle çıkmış ( Böyle günde duygu sömürüsü denmez!) Suriyeli mültecileri konuşturuyor: “ Sevinme duygumuzu kaybettik. Ne ziyaret edeceğimiz bir akrabamız kaldı ne de şekerini tadacağımız bir dost.” Kendisi kabul etmeyen, fakat bir takım çevrelerde “ Sözcü” olduğu söylenen Hüseyin Gülerce Zaman gazetesindeki yazısında( 9 Ağustos) bu konuda şöyle diyor: “Bu “cemaatin” bir sözcüsü yoktur. Mesela “cemaat medyası”nda, ben dâhil hiçbir yazarın ifadeleri “cemaat”i bağlamaz. İlk yanlış, bu kulvardaki gazetelerde çıkan yazılardan hareketle bir “cemaat” genellemesi yapıp, olan biteni üzülerek takip eden milyonlarca insanın rencide edilmesi, töhmet altında bırakılmasıdır. Hemen arkasından Muhterem Hocaefendi’nin isminin ortaya atılması ikinci bir yanlıştır (…) En ağır suçlama da “cemaat”in yeni bir vesayet merkezi haline gelmek istediği ve iktidara ortak olmaya çalıştığıdır. Böyle bir algı için akıl almaz provokasyonlar, tertipler var. Öyle bir algı oluşturulmaya çalışılsa da, hizmet insanlarına “iktidar ortaklığı istiyorsunuz” demek hakaretlerin en büyüğüdür. Muhterem Gülen’in ifadeleri açıktır: “Fedakârlık destanı yazan insanların hiçbir beklentisi yoktur. Olsaydı, onlar da siyaset sahnesine sıçramak için bir menfez kollar, sıçrarlardı. Milletimize ve insanlığa hizmet yolunda Cenab-ı Hakk’ın ‘Ben sizden razıyım’ demesini ummaktan başka bir mülahazamız olmadı ve –inşallah– olmayacaktır. Bizler Türkiye sevdalılarıyız. Ülkemizi, vatanımızı, milletimizi, devletimizi, dinimizi seviyoruz.” Hal böyle iken nedir bu AK Parti-cemaat meselesi? Cevabı ilkeleri hatırlamada, nefisleri aşmada aramalıyız.”
‘ÇÖLAŞAN’DAN BİR SORU’
Sözcü Yazarı Emin Çölaşan Balyoz, Ergenekon davalarıyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e bir soru yöneltiyor. Soru, 1. Sayfa anonsunda şöyle veriliyor: “Necdet Bey’e açık mektup ZAT-I aliniz koskoca Genelkurmay Başkanısınız. Neden korkuyor, neden yandaş oluyorsunuz? Niçin sessizsiniz. “
‘GEZİ DİRENİŞÇİLERİ’
Aslında son dönemin çıkış noktalarından olan Taksim Gezi Direnişi’ni, Cumhuriyetteki köşesinde anımsatan Güray Öz şöyle diyor: “Siyasetin hem içinde hem dışında duran Gezi direnişçilerinin de güçlerinin yığınsallık ve yaygınlık, halk desteği ve provokasyonlara kapıları kapalı tutmaktan geçtiğini bilmeleri, ama üstlendikleri misyonun siyasi olduğunu unutmamaları yerinde olur herhalde. İtiraz ettikleri olgular siyasidir. O nedenle siyasi partilere mesafeli durabilirler, durmalıdırlar ama siyasete uzak durmamalıdırlar. Burada geçmişlerinde iktidar bloku ile sıkı fıkı ilişki içine girmekte hiç beis görmemişlerin, iktidarla araları bozulduğu için yeniden “kahraman” olanların ve ama “yarım kalan aşklarının derin acısını”i hâlâ çekenlerin, “Eskiden böyle değildi, sonra değişti” diye ağlayanların öğütlerini boşa çıkarmanın yolu da budur. Tehlike artan baskının yaygınlaşması ve yeniden hayat bulan derin devletin yine derin işlere girişmesidir. Gerçeğin bütününü ve kurgulanan davanın arkasındaki siyasi amacı görmenin önemi bu nedenle büyüktür. Bunu istiyorsanız, ortacılığı bir yana bırakmalısınız. Çünkü orta hep sağa doğru kayar... Ve siz de onunla birlikte kayarsınız.” Anayasa Mahkemesiydi, Yargıtayı idi, AİHM’siydi derken bu konular daha çok su kaldıracağa benziyor.
BİR ŞİİR
Dizelerimiz Perulu Şair Luis Pedro’dan:
“ Ölmediler onlar, ölemezler ki
Bu yadsınmaz gerçeği bilemedi satılmışlar
Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde
Gecelerde yıldız yıldız tutuşan
Unutma söz etmek yok gözyaşlarından
Yaylar şimdi daha güçle gerildi
Yarın adına göğüs göğüs koşardık gecede
Gecede en yenilmez güç bizde gönendi
Ölüler koştular ordu ordu dağlardan/Ölüler ansızın içimizde dizildi.”
- Çarşı çarşafa karşı 03 Ekim 2013 11:06
- Gazetecilik zor zanaat 25 Eylül 2013 17:00
- Sel gider kum kalır 18 Eylül 2013 17:03
- Sağ olasın olimpiyat 11 Eylül 2013 17:17
- Tatminsiz Başbakan Tayyip Erdoğan 04 Eylül 2013 22:20
- Anadolu basınında gezi direnişi 31 Temmuz 2013 18:14
- Gezi'nin öğrettikleri 24 Temmuz 2013 18:37
- Evcilik oynar gibi 17 Temmuz 2013 17:18
- Kendini yiyen karizma 10 Temmuz 2013 12:11
- Öfkeli Tayyip 03 Temmuz 2013 13:28
- Gezi Parkı'nda uygun adım çark 26 Haziran 2013 13:17
- Gezi'den çıkan seçim kampanyası 19 Haziran 2013 11:23