Nedir bu eylül sendromu?
Türkiye’de siyasi iktidar, 12 yıllık iktidar döneminde hep bir mağduriyet mekanizması yaratarak yönetimini devam ettiregeldi. Her zaman iktidarı devirmek isteyen darbecilerin varlığı bir yana, demokratikleşmeyi engelleyen, demokratikleşmenin önünde set oluşturan bir grubun varlığı algısı yaratılarak iktidar dönemindeki demokratik adımların gecikmesinin nedeni hep bu gruplara atfedilerek, kendisinin gerici faşizan yüzü gizlenmek istendi.
İşin aslına bakınca bu konuda başarısız olduğu da söylenemez. Öcalan bu denklemi bozana kadar işler yolunda gitti. Öcalan, demokratikleşmenin önünde hep engel olarak gösterilen silahlı muhalefeti yurt dışına çıkarınca alışık olunan hesap da bozuldu. Demokratik muhalefeti oluşturan emekçiler, çevreciler, demokratlar, aydınlar, azınlıklar, Aleviler, Kürtler hükümetin bitmek bilmeyen açılımlarının içi boş ve ipe un sermekten başka bir anlama gelmeyen oyalama taktiklerini ifşa etmiş oldu. Mesela Alevilerle ilgili defalarca çalıştay yapılmasına rağmen Alevi meselesinde atılmış tek bir adım bulunmamaktadır. Devletin yaklaşımı dün neyse bugün de odur. Bunların üstüne siyasi iktidarın bir de kendi yaşam ve inanç tarzını tüm topluma dayatarak muhalif alanı daraltması eklenince bahsi geçen demokratik çevrelerin isyanı andıran tepkisi kendini Gezi’de ortaya koydu. Geçmiş tarza alışkın siyasi iktidar bir anda büyük bir kaygı ve korkuya kapılı verdi. Gerçi puslu havayı seven kurt misali bazı çevrelerde “Bu durumdan istifade edebilir miyim” diye iktidarı devirme hayalleri kurmadı değil. Ancak, her an gündemi kendi meşrebine göre belirleyen siyasi iktidarın gündem belirleme atakları artık para etmemeye başladı ve her atak Gezi bariyerine toslar oldu. Kendini devleşmiş karizma sahibi gören siyasi iktidarın karizması yerle yeksan oldu.
Diğer taraftan, Türkiye’nin yüzyıllık sorun alanı Kürt meselesi konusunda hükümet artık geri dönülmez bir yola girdiğini hissetmekte ve eskiden alışık olduğu gibi ‘süreci bozuyorum’ diyemeyeceğini görmektedir. Çünkü çözüm konusunda Öcalan’dan beklemediği bir irade ve kararlılık görmektedir. Öcalan’ın Newroz’daki tarihi mesajıyla başlayan süreçte hükümetin oyalama taktiğinin Kürtleri bıktıracağı ve Kürtlerin süreci sona erdireceği üzerine kurduğu hesap, bu kararlı duruştan dolayı tutmadı. Yine Türkiye’nin Kürt karşıtlığı üzerine bina ettiği dış politikasının iflası ve özellikle Suriye’de Rojava Kürtlerinin kendi bölgelerinde kendilerini yönetecek kurumlarını oluşturup, özerk bir statüye kavuşma çabaları Türk iktidar sahiplerini oldukça tedirgin etmekte ve sürekli hataya zorlamaktadır. El Nusra çetelerine verilen desteğin başka bir şekilde anlamlandırılması mümkün görünmemektedir. İşte böylesi içte ve dışta sıkışmışlığın verdiği ruh hali Türkiye’nin attığı ve atacağı her adım kendilerini daha da zora sokmaktadır.
Özellikle Kürt meselesinde Öcalan iki önemli tarih verdi; 1 Eylül ve 15 Ekim tarihlerinde hükümetin niyetini belli edeceği adımları görmek istiyor. Ancak siyasi iktidar içinde ana dilinde eğitimin olmadığı, seçim barajının dahi düşürülmediği güya bir demokratikleşme paketiyle en azından yaklaşan yerel seçimleri atlamak istiyor. Emekçilerin alın terinin karşılanmadığı sahte TİS görüşmeleri, üniversitelerin açılmasıyla gelişebilecek demokratik öğrenci etkinliklerini ve Kürt meselesinde Kürtlerin mevcut tabloya verebilecekleri tepki düşünüldüğünde siyasi iktidarın uykuları kaçmaktadır. Ayrıca yaklaşan seçimler de düşünüldüğünde acil olarak, siyasi iktidarca bir mağduriyet tablosuna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç, güya istihbarat raporları eylül ayında Gezi benzeri eylemlerin ülke genelinde olacağını, hükümete karşı bir kalkışmanın tertiplendiği hükümetin yetkili ağızlarınca açık açık ifade edilerek karşılanmak istenmektedir. Toplumda bir ‘eylül sendromu’ yaratılarak, her kesime acaba eylülde ne olacak kaygısı pompalanmak istenmektedir. Bununla siyasi iktidar bir taraftan kendi cenahı için ‘İktidarımız tehlikede safları sıklaştırın’ derken diğer taraftan toplumda beklenen sorunların çözümü konusunda verilebilecek olası tepkileri boğmak istemektedir. Ancak anlaşılmalıdır ki, toplumun tüm kesimlerinin beklentisi ‘Kargaşa olacak, ayaklanma provaları olacak’ kaygısını topluma enjekte etmek değil, ülkenin sorunlarına dair çözümlerin acil olarak üretilmesidir. Maalesef bu konuda umutlanacak hiçbir done ufukta görünmemektedir.
Evrensel'i Takip Et