22 Ağustos 2013 17:00

Bir yıldız daha kaydı

Bir yıldız daha kaydı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen yıl hapisten çıktıktan sonra aldığım acı haberlerden biri de Cemalettin Ağabeyi yitirdiğimiz ve bir daha onu göremeyeceğim gerçeği olmuştu.
Cemalettin Aykın ile Fransa’da Aix en Provence kentinde tanışmıştım. Vilayet merkezi olduğu için, kendinden katbekat büyük olduğu halde Marsilya’nın bağımlı olduğu en eski vilayet merkezlerinden biridir Aix ve lavanta tarlaları ile ünlüdür. Nice ressamı çekmiştir kendisine. Ve hapishanesinde ünlü derin-mafiacılarından biri kalır.
Cemalettin Aykın, 40’ından sonra bu kentte doktorasını vermiş, daha sonra öğretim üyesi olmuştu Aix Üniversitesinde.
Beni kendisiyle, Mustafa diye, doktorasını  Nakşibendilik üzerine vermiş olan bir Kürt arkadaşım tanıştırmıştı, Aix’e geldiğimizde, “burada nefis, olgun bir Türkiyeli aydın var” diyerek. “Sizin Marenostrum dizinizin de takipçilerinden” diye eklemişti.
Evine ziyaretine gittiğimizde, Cemalettin Bay, “Ben sizin bebekliğinizi biliyorum” demez mi? Ben yeni doğduğum sıralarda, 1948 yılında parasız pulsuz İstanbul’a kapağı atmıştı. Niksarlı olduğu için, ona “Adalar Kaymakamı Remzi Beyi bul, sana yardımcı olur” demişler. Babam da, “Önce bir evimize gel, yemeğimizi ye, sohbet edelim” demiş.
Sonuçta, Cemalettin Bey’e, Vali Lütfi Kırdar’ın aracılığı ile, İnönü adını yüceltmek için yapılan Maçka vadisi düzenlemesinde bir iş bulunmuş. Bu yıl yıkımı başlatılmış olan İnönü Stadı’nın inşaatında çalışmış. Nasıl da belleksizleştirme mekanizmalı bir ülkeyiz. İlla ki beğenmediğimiz bir dönemi tarihten sileceğiz. Kemalist ya da Yelil, yok birbirinden farkı!
Cemalettin Aykın, ünlü Sivas Lisesinin en başarılı mezunlarındandı, ama adı arkadaşlarından birinin ihbarı ile “komüniste” çıktığı için derecelendirmede yer alması engellenmişti. Lise sonda iken Marko Paşa gazetesine yolladığı şiirlerden biri, Aziz Nesin tarafından adı konmadan yayınlanmıştı.
O da 40’lılar üniversite sol kuşağındandı. Bir yandan da gazetecilik yapıyordu. 51 tevkifatı başladığında, o sırada çok rahat olan Suriye sınırından ülke dışına çıkmayı  planlar. Gerçekten de o zaman kara ve demir yolları, iki ülke arasında zikzaklar yaptığı için kendinizi bir Türkiye’de, bir Suriye’de buluyordunuz. Hayali ise Fransa’ya gitmektir.
Ancak sınırı geçtikten bir süre sonra Suriyeli askerler tarafından esir alınır ve hastalanacağı ünlü Suriye zindanlarına atılır. Hayatını komünist bir Ermeni doktor kurtarır.
O sıralarda Suriye’de peş peşe askeri darbeler olmaktadır. Bu darbelerden biri sonrası çıkan af nedeniyle hapisten çıkacağı ancak Türkiye’ye iade edileceği bildirilir. Fransa’ya gitmesine izin verilmez.
Uzun pazarlıklar sonucu, kendisine, “Seni girdiğin sınır noktasına bırakacağız, geldiğin gibi git” derler.
Gerçekten de, hiçbir şey olmamış gibi yıllar sonra ülkeye geri döner. O sıra Londra’da doktora yaptığı için tutuklanamayan Sadun Aren gibi, o da 51 vartasını atlatmış olur. O dalga da gelip geçmiştir. Ama sürekli takip altındadır, fişlendiği için. Muzaffer Erdost’ların arkadaş çevresindedir Ankara’da. Sonunda 71 öncesi ülkeden çıkmayı başarır.
Bütün akademik kariyerini yaparken, arkasındaki en büyük destek, mesleği terzilik olan Türkan Hanım’dır. Oğullarını ve iki kızlarını da o zorlu yıllarda yetiştirirler. Kızlarından biri Fransız dilinin kadın şairlerinden biri olurken, öteki şehir planlamacısı olarak çalışır, oğlu ise gider, ta Reunion Adası’na yerleşerek kendine bir hayat kurar orada.
Cemalettin Bay iyi bir Türkolog, edebiyat eleştirmeni olmasının yanında, kılı kırk yaran bir yazardı.
Uzun yıllarını Bulgaristan’da Plevne savaşları öncesini ve sonrasını konu alan, 2000 sayfalık bir nehir roman üçlemesinin, ne yazık ki, mükemmeliyetçi olması nedeniyle, sadece “Zor Zamanlar” adlı birinci cildi yayınlanabildi. Ama ölümünden önce onu izleyen 2 kitabı da tamamlamayı başardı.
O zamanki Bulgaristan coğrafyasında yaşananları nasıl bu kadar canlı aktarabildiğini sorduğumda bana, “Kürt coğrafyasında yaşananların aktarımlarını dinleme olanağım olduğu için” diye yanıt verecekti.
Bu kitabın hazırlık sürecinde, Cemalettin Aykın, Plevne kentinde ve savaş alanında, o zamanki sosyalist yönetimin de izni ve sağladığı olanaklar ile aylarca araştırmalarda bulundu.
Bana göre bu üçleme, ileride, Türk edebiyatının  ‘Savaş ve Barış’ı olarak anılacaktır.
Cemalettin Aykın’ın ‘40’lı yıllardan itibaren yayınladığı hikayeleri ise toplumcu gerçekçi edebiyatın  özelliklerini taşımaktadır. Bu hikayelerden bir derlemeyi Belge Yayınlarında ‘Gecenin Bekçileri’ başlığı altında yayınladık.
Onun yayınlanmamış bir başka kitabı ise 300 sayfalık bir kapsamlı Vedat Türkali incelemesidir.
Son anına kadar kalemini ve daktilosunu elinin altında tutan Cemalettin Ustam’ı, hep o kibar söylemi, mahcup gülümsemesi ile hatırlayacağım.
Cemalettin Aykın Niksarlıydı. Annesi 1915’in yetim kalan kızlarından biri olan, çocuklarını büyütürken, ömür boyu yoksulluk çeken ama her zaman onurlu bir duruş sergileyen Bedriye Hanım’dı.
O korkunç günde, dükkanı yağmalanan, eşyaları Niksar sokaklarına saçılan dedesinin adının Sarkis olduğunu öğrenebilecekti sadece.
Sosyalistlerin Pantheon’una, Cemalettin Aykın da dolu, üretken ve sevgi dolu bir yaşam örneği sergileyerek gitti.
Seni tanıdığım için mutluyum ve yaşamımız boyunca bizimle olmaya devam edeceksin sevgili yoldaşım.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa