Libya'ya, Irak'a, Afganistan'a bak!
Gündem fazlaca karışınca Başbakan günü birlik açıklamalarda bir adım geri atıp yardımcısı Bekir Bozdağ’ı öne çıkardı.
Bozdağ da bundan fazlasıyla hoşlanmış olmalı ki, kör gözüm parmağına gerçekler karşısında bile kendisini, sözcüğün gerçek anlamıyla ortalığa attı.
Önce Bozdağ, kendisine Hacı Bektaş etkinlikleri sırasında yumruk atan kişinin serbest bırakılması üstünden kişiyi serbest bırakan savcı ve yargıçlara verdi veriştirdi. Bu baskı savcı ve yargıçlar üstünde henüz bir yaptırıma yol açmadı, ama bu baskı iki emniyet müdürü, bir başkomiser ve iki polisin alelacele açığa alınmasıyla sonuçlandı. Ne var ki tüm hukuk insanlarının (bu arada HSYK), “Savcı ve mahkemenin yasaların gereğini yaptığını” söylemeleri de Başbakan Yardımcısını durduramadı. O hâlâ saldırının “organize” olduğunu söylemeye devam ediyor. Sanki CHP’den, emniyetten mahkemeye uzanan bir “örgüt silsilesi” var gibi!
Hazır öne çıkmışken, kendisini öne sürenlerin gözüne girmek istercesine Bozdağ, Suriye’deki “kimyasal saldırı” sonrasında katliamı manşet yapmayan gazeteleri, “İnsanlıktan nasibini almamış gazeteler” olarak eleştirerek, basına müdahale konusunda Başbakan’ı aratmayacağını da gösterdi. Hürriyet bu suçlamayı üstüne alınıp alelacele, gazetecilik ahlakı ve habercilik ilkeleri üstüne uzun bir açıklama yaptıysa da aynı günkü Hürriyet aslında Bozdağ’ın istediği doğrultuda, hiçbir habercilik ilkesini ve ahlakını gözetmeyen bir gazete hazırlamıştı. Henüz, nasıl bir silahın kim tarafından kullanıldığı netlik kazanmamışken Hürriyet ve konuya ihtiyatlı yaklaşan öteki basın organları, Bozdağ’ın bu yüksek perdeden müdahalesiyle, saldırıyı hiçbir kuşkuya yer veremeyecek biçimde Esad rejiminin yaptığına dair manşetler attılar; “İddia edildi” ifadesi sadece, belli belirsiz haber metinlerinde korundu. Onca sayfa içinde gazetecilik namusu, böyle haber metinleri içine saklanarak korundu!
Baskı böyle yukarıdan gelince; kimyasal katliamı Esad rejiminin yaptığı iddiası tüm sermaye basını için, artık ispat edilmesi gerekmeyen, sadece prosedür icabı uzmanların olay yerine gitmesi gereken bir hükme dönüştü.
Tartışma basın ahlakı ve basına karşı ağır baskının üstünden gidiyor görünse de tartışmanın buraya gelmesinin asıl nedeni Türkiye’nin köşeye sıkışan Suriye politikasıydı!
Sözün kısası AKP Hükümeti şimdi her bakımdan çökmüş ve kendisini köşeye sıkıştırmış bu krizden Suriye’ye bir batılı ülkelerle birlikte bir askeri müdahaleyle kurtulmak istiyor.
Nitekim bir yandan BM uzmanlarının katliam mahalline girmesi için BM nezdinde baskılar yapıyor görünen Davutoğlu, öte yandan daha uzmanlar oraya gitmeden “Hükmünü vermiş” olarak, “BM kararı filan beklemeyelim. Bosna’da olduğu gibi NATO Suriye’ye müdahale etsin!” diyor ve Davutoğlu bu çağrısında “Türkiye’nin de askeri müdahaleye istekli ülkelerle birlikte hareket edeceğine” dair de açık çek veriyor.
Yani ortada bu katliamı rejimin geçekleştirdiğine dair henüz bir kanıt yokken bu çağrılar yapılıyor. Ki, böyle bir müdahale, bu katliamı rejim yapmışsa bile savunulabilir mi bu da ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü bu müdahaleyle birlikte bölgenin bir kez daha ateş topuna dönüşmesi; Suriye’nin yanı sıra, Lübnan, Ürdün, İran ve Türkiye’nin de dolaysız biçimde çatışmanın içine çekilmesi, İsrail’in yeni inisiyatif alması, batılı emperyalistlerin Mısır’daki gelişmelerden sonra öyle sınırlı bir müdahaleyle yetinememesi... gibi pek çok etkenin devreye girmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Davutoğlu her ne kadar Bosna müdahalesini örnek verse de NATO’nun askeri müdahale yaptığı son ülke Libya’dır. Kaldı ki Türkiye de “istekli ülkelerle” birlikte Libya’ya müdahale etmiştir. Libya’dan önce de Irak ve Afganistan NATO müdahalesinin merkeziydi.
Olup bitenlere nesnel bir gözle bakıldığında şu da bir geçek ki, Suriye’ye bir askeri müdahale Türkiye’nin izlediği Suriye politikasının haklılığını değil ne kadar anlamsız, komşu bir ülkeyi ve kendisini bölgede emperyalist güçlerin gericiliklerin oluşturduğu batağa çeken bir politika olduğunu göstermektedir. Ki Irak, Libya ve Afganistan örnekleri dikkate alındığında Suriye’ye bir askeri müdahalenin, bugünküne rahmet okutacak bir acı, zulüm ve yakınmaya yol açacağını söylemek, bir abartı olmaz.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’
Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.
Evrensel'i Takip Et