2 Eylül 2013

Çok mu 'şahin'ler çok mu çaresiz!

AKP Hükümetinin, bırakalım “barış”ın kendisine, zincirine bile tahammülü yok. Onun için Dünya Barış Günü’nde İstanbul’da “Barış Zinciri” oluşturmak isteyen halk, Taksim ve Dolmabahçe’de polis müdahalesiyle karşılaştı.
Türkiye’nin Hükümeti için artık“barış” demek “İslam’a zulüm”, “Türkiye’ye düşmanlık” demek oluyor.
Çünkü AKP Hükümeti öyle bir çizgiye sürüklendi ki; sadece “barış” isteyenlerle değil, savaşmakta tereddüt edenlerle, daha sınırlı bir şiddet ve silah kullanmak isteyenlerle bile karşı karşıya geliyor.
Örneğin; Suriye’ye bir askeri müdahaleye BM Güvenlik Konseyi izin vermiyor; İngiltere Parlamentosu “hayır” diyor; Fransa bir koalisyon olmadan müdahaleye karşı çıkıyor; “Arap ligi”, İslam İşbirliği Örgütü müdahaleye açıkça karşı, ABD yönetimi ayak sürüyor, Obama sorumluluktan kurtulmak için topu Kongreye atıyor; Hıristiyan dünyasının lideri Papa ve İslam dünyasının en önemli ilahiyat merkezi el Ezher Üniversitesi de karşı çıkıyor. Ama Türkiye’yi yönetenler; BM’yi İngiltere’yi, Fransa’yı, “Arap ligi”ni, İslam İşbirliği Örgütünü, ABD yönetimini, herhalde Papa ve el Ezher yönetimini de “insanlık suçları” karşısında “Kulakları duymayan, gözleri göremeyenler” olarak suçluyor; “Ey şu..., Ey bu...” diye başlayan çağrılarla her gün nutuklar atıyorlar.
Suriye’ye bir askeri müdahaleyi “şartlı olarak” savunan ülke sayısı bile 10’u bulmazken, sadece Türkiye’nin “İlla da vuralım. Hem de öyle kısa süreli ve sınırlı değil, yıkılana kadar vuralım!” diye ortalara düşmesi nasıl açıklanabilir?
Bu “savaş histerisi” acaba, AKP Hükümetinin bütün diğer hükümetlerden çok daha “şahin”; ABD, Fransa, İngiltere hükümetlerinden daha çok savaş geni taşıdığı biçiminde açıklanabilir mi?
Değil elbette!
Ama AKP Hükümetinin buradaki farkı; bugüne kadar izlediği dış politikanın, bu dış politikanın Suriye ayağının onu Suriye’ye bir askeri müdahale ile rejimi yıkmadan sıkıştığı köşeden kurtaramayacak bir aşamaya getirmiş olmasındadır. Onun içindir ki AKP Hükümetinin, “İlla da sınırsız ve sonuna kadar savaş çizgisine gelme nedeni onun ‘şahinliği’nden değil çaresizliğindendir” demek daha doğrudur. Ne var ki Türkiye’nin bölge politikası öylesine açmazdadır ki, Suriye’ye müdahaleden yana olan güçler de (örneğin ABD) Türkiye’yi tatmin edecek bir çizgiye gelememektedir. Daha da kötüsü kimse Türkiye Hükümetinin ne söylediğini, ne istediğini umursamamaktadır.
Dahası rejimi yıkacak bir müdahalenin de Türkiye’yi sıkıştığı köşeden kurtarması pek olası görünmüyor. Ancak belki günü kurtaracak bir rahatlama sağlar ve iç politikada; “Hükümetin Suriye politikası çöktü, duvara çarptı!” diyen biz şom ağızlılara karşı, “Biz demiştik, bakın rejim yıkıldı; dostlarımız artık iktidarda!” diyerek “nefes” alma imkanı sağlar; tabii sağlayabilirse! Çünkü Esad rejimi yıkılırsa Suriye’de el Kaideci, el Nusracı, Cihatçı güçlerin ağırlığında bir iktidarın oluşacağı bunun da hem Suriye’de hem de bütün bölgede çok daha karanlık gelişmelere yol açacağından pek şüphe duyan yoktur. Bu da AKP Hükümeti için de çok daha karmaşık  bir kabus senaryosunun devreye girmesi demektir.
Peki AKP Hükümeti ve onun dış politikasının sorumluları Davutoğlu-Erdoğan ikilisi bunları bilmiyor mu?
Hitap tarzlarına ve konuşma içeriklerine bakılırsa, bildikleri anlaşılıyor. Ve bu yüzden de onlar, dış politikada bir adım atmaktan umutlarını kesmiş olduklarından, tamamen iç politikada seçmenlerini ikna etmeye yönelik bir çizgide hareket ediyorlar.
“Elimizle müdahale edeceğiz, dilimizle müdahale edeceğiz, olmazsa yüreğimizde buuz (kinlenmek, hakkında kötülük düşünmek) edeceğiz” derken de Başbakan tam da seçmene selam göndermeyi esas kaygı edindiğini gösteriyor.
Evrensel’in okurları, iç politika ile dış politikayı birbiriyle sıkı ilişki içinde gördüğümüzü bilirler. Ancak eğer bir hükümet dış politikayı içerideki yandaşlarını yönlendirmenin dayanağına indirgiyorsa bu o hükümetin dış politikasının duvara çarptığı anlamına gelir.
Tıpkı bugün AKP Hükümetinin Suriye ve Mısır politikasını tamamen iç politika malzemesine dönüştürmesi ve Batı ile ilişkilerini de aynı mecraya hızla sürüklemesi gibi.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et