03 Eylül 2013 17:04

Akdeniz'in altı üstü...

Akdeniz'in altı üstü...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin dış politikasına AKP yön vermeye başladıktan sonra, birbirini reddeden çizgilerin sert çatışmaları ve kırılmaları yaşandı. Bugüne nasıl geldik diye soruduğunda bu zikzaklı gidişin özellikle Ortadoğu ve Suriye üzerinde seyreden macerasının kısa bir özetine bakmakta yarar var.
Irak’ın işgali tamamlandıktan sonra, 2007’den başlayarak bölgede “büyük güç, ağabey devlet” olma hayallerine dayanak bulunduğuna inanılmıştı. Buna göre,  İran-Kuzey Irak- Suriye-Ürdün-Lübnan ekseninde ekonomik ve ticari birlik oluşturulacak, ardından siyasi bir bütünleşmeye doğru yol alınacaktı. En kolay birleşilebilecek olan Suriye idi. İran’la da ilişkiler iyi gidiyordu. Lübnan, Ürdün ve “Kuzey Irak” kolaydı! Bol reklamlı dış gezilerle pompalanan ve “One minute” çıkışıyla da iyice parlatılan “lider ülke” balonunda, önce “füze kalkanı” projesiyle büyük bir delik açıldı. Ardı ardına gelen Arap isyanlarında ve sonunda Libya işgalinde çok planlı bir geriye itme ve itibarsızlaştırma programıyla balon yere çakıldı. Suriye’de neredeyse “iki halk tek devlet” aşamasına gelindiği propagandası yapılırken, sınırlar açılmış, mayınlar temizlenmeye başlamışken, Esad’ın bu hesapsız ve önünde sonunda kendine dokunacağını bildiği planı geçersizleştirmesiyle ipler koptu. İran, ortalıkta ağabey pozlarında dolaşılmasına zaten biraz hayret biraz da istihza ile bakıyordu. Oyunu ifşa etmekten çekinmedi ve “Türkiye, büyük güçlerin planlarının aktörü olmak istiyor” diyerek mesafeyi açtı. Büyük çöküş başlamıştı ve gazla şişirilerek uçurulan balon yere çakıldı.
Aslında AKP’nin planı şöyle özetlenebilirdi: Bölgede, başta Mısır ve Suriye olmak üzere Müslüman Kardeşlerin iktidarı sağlanabilirse -ki bu serbest seçimlerle olabilecek gibi görünüyordu- “Kardeş İktidarlar” aracılığıyla bir Sünni Bölge Birliği kurulabilirdi. İran da bir ucundan buna eklenebilirse, Şii nüfusu da kontrol edebilir, Kürtler de, Barzani-Talabani aracılığıyla buraya bağlanabilirdi. En basitleştirilmiş haliyle böyle özetlenebilecek olan planın ABD’yi, “Atına binerim, işim bitince inerim” gibi bir yere koyduğu, İsrail’i ise tecrit edilecek güç hanesine yazdığı anlaşılıyordu.
ABD ve İsrail ise, “Kenarda tutulması gereken unsur” olarak AKP iktidarını görüyordu!
Çünkü işin boyutu onun hesap ettiğinden daha büyüktü.
Akdeniz’in altı meselesi burada düğüm noktası halinde kendisini gösteriyor.
Bir senaryoya göre, 2008 yılında, Kıbrıs’ın etrafı da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen önemli miktarda petrol ve doğal gaz yatakları şimdiki gelişmelerde kilit rol oynuyor. BM Deniz Hukuku Sözleşmesine göre Mısır, Türkiye, Kıbrıs, Lübnan, Suriye, İsrail ve Gazze Şeridi bölgedeki petrol ve doğal gaz yatakları üzerinde hak sahibidir.
Bu noktadan hareketle yorumunu geliştiren Nejat Tarakçı’ya göre Akdeniz’in altında dünyanın kaderini belirleyecek bir hazine yatıyor. “Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) adı verilen deniz alanlarının devletlerin kendi aralarında yapacakları anlaşma ile belirlenmesi gerekmektedir. 2009 yılına gelindiğinde İsrail’in kuzey sahili açıklarında Dalit ve Tamar olarak adlandırılan alanlarda trilyon metre küplük doğal gaz yatakları keşfedildi. 2010’da ise Leviathan diye adlandırılan alanda da yüksek miktarda doğal gaz ve petrol bulundu. Mısır’ın MEB’inde kalan Nil Deltası’nda da 2010 verilerine göre 200 milyar metre küp gaz 1.8 milyar varil petrol bulunmaktadır.” *
Anlaşılan o ki, AKP hükümeti, Müslüman Kardeşler İttifakı aracılığıyla bu büyük hazineden pay kapmayı düşünmüştür.  
 Olup bitenleri bu noktadan değerlendirmeye başlayınca, her şeyin tek nedeni varmış gibi görünüyor. Kuşkusuz bu yanıltıcı sonuçlara açık, çizgisel bir nedensellik bağıntısı kurmaktır. Mesela, İsrail’in Gazze şeridinden vazgeçmemesinin sebebini, Gazze’nin 40 kilometrelik bir kıyıya sahip olmasıyla açıklamak yeterli değildir. Veya Baas’ın Suriye’deki iktidarının “Bölgede düşmanlıkları arttırıcı bir rol oynadığı için” giderilmesi gerektiği sonucuna varmak da öyle.
Elbette, Avrupa’nın önümüzdeki 100 yıldan daha fazla bir zaman için ihtiyacını karşılayabilecek kadar büyük petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olması Doğu Akdeniz havzasını her bakımdan bir çatışma alanı haline getirmektedir. Ama, bir de Akdeniz’in üstü vardır. Bütün çelişkileri ve çatışma odaklarıyla bu bölge, Afrika’dan Uzak Asya’ya kadar bütün dünyayı denetleyebilmenin de kapısıdır. Ve enerji gibi altı-üstü 100 yıllık bir ömrü olan kaynaklardan daha önemlisi budur. Emperyalizm, yalnızca şirketler ve bankalar değildir; daha önemlisi politikadır, ve her şeyi belirleyen budur.

*http:// http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/5077/mesele_misir_ve_suriye_degil_dogu_akdeniz_?utm_source=Newsletter&utm_medium=txtlink&utm_campaign=v1

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa