Gelen geçenin severek ve imrenerek, kimilerinin de kıskanarak baktığı gelin duvağı (begonvil) çiçeğimin altında oturuyorum komşumla. Evinin üç yanında da var aynısı; ama her birini asma ile çiftleştirdiğinden (!) çiçek yeterince gelişememiş, olan güzelliğini gösterememiş bir türlü. O nedenle benim çiçeğime, herkesin olduğu gibi onun da kaçınamadığı bir hayranlığı vardır. Her geldiğinde de, Sabahattin Ali’ nin “Görmesen bile denizi yukarıya çevir gözü” dizelerini söylermişçesine gözlerini gelin duvağının üzerinde gezdirir durur. O gün de aynı şeyi yaparken hayranlığını bir kez daha dile getirmek istedi ve “Sizin” diye başladığı sözünü “Bir kahramanlığınız yok bunun böyle olmasında”  diyerek bitirdi. Kahramanlık olarak değerlendirilecek bir şey olmasa da yine de bir şey yapmıştım. Ya da hiçbir şey yapmamıştım. Asma ile karıştırmamış, her yıl budayarak özgürlüğünü kısıtlamamıştım. Kahramanlık değilse de bir şeydi bu da. Hem de çok şey… Bu duruşuyla yaşamıma bir serinlik katıyor, yuvama güzellik veriyordu. Az şey değildi bunlar kuşkusuz.
Komşumun asıl söylemek istediği kahramanlık değildi kuşkusuz. Salt sözcüğü yanlış seçmişti, spor yorumcularının yaptığı gibi.  Belki beceri  diyecekti; ama daha çok da katkı demek istemiş olmalıydı. Ne ilginçtir ki komşumun yanlışlıkla söylediği bu sözcüğü günlük yaşamda kullanmadan da birilerini durup dururken çakma kahraman yaptığımız olur. Yere göğe sığdırmadığımız ulusal ayaktopu karşılaşmalarının en birincisinin ikinci haftasında bu tür kahramanlıklara tanık olduk yine. Daha önce ulusal takımın başındayken uluslararası düzeyde yeşil alanın dışına atılmış ve aynı şey kulüp takımının yönetimindeyken bir kez daha başına gelmiş adamı; hem de o yaptırımı veren kuruluş yeniden göreve getirerek adamı bir kez daha kahramanlaştırmış oldu. Ülkede kahraman (!) yapılacak başka hiç adam yokmuş ya da kalmamıştı sanki. Dedim ya kahraman yaratmaya aşırı bir düşkünlüğümüz var.  Ama asıl kahraman (!) o adamı o takımın başına getiren öbür adamdı bence.
Yine o ikinci haftada 16 yaşındaki bir oğlanın kahramanlaştırılması var bir de. Bu yaşında (!) en birinci ligde oynarken ulusal takımı çalıştırmakla yeniden görevlendirilen o kahramanın takımına gol atması çok büyütüldü. Oysa asıl büyütülmesi gereken o golü kendi atabilecekken ona attıran adamdı ve asıl kahraman o olmalıydı. Adam ayaktopunun olduğu denli insanlığın da ustası olmalıydı ki hiç düşünmeden o 16 yaşındaki oğlanın önüne topu koyuverdi. O da, benim bile yapmakta zorlanmayacağım yapılması gerekeni yaptı, topu boş kaleye yolladı. Oğlan görevini yapmıştı, diğeri de öyle. Ama diğeri görevini kendisi için de yapabilirdi. Ne ki o işini seviyordu, ayaktopunu seviyordu, insanları seviyordu, birlikte bir şey yapmayı ve yaptırmayı, yardımlaşmayı seviyordu. Bunları sevdiği için kendini de seviyordu kuşkusuz. Kendini sevdiği için de bunları yapmıştı. Ve asıl kahraman oydu. Ama gel de bunları bizim insanımıza anlat.  
Gelin duvağının altında otururken nereye götürdün beni be komşu!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et