Örtü ve amentü
Bu hafta ne yazsam?” değil, “Bu hafta hangisini yazsam?” dediğin bir ülke burası... Akşam yattığın gündemle, sabah kalktığın gündemin “aynı” olamadığı...
Hayır, doğru değil... Farklı görüntüleriyle “aynı gündem”e uyanıyoruz hep. Kimin ne dediğinin, ne diyeceğinin belli olduğu günler. ODTÜ’de öğrenciler cemaat üyelerini “İftirayla velileri kandırdığı için” kovalıyor. Neymiş, “faşist ODTÜ”; başlıyor bir yaygara. “Türban yüzünden” yalanı ayrı bela... Özgürlük, demokrasi, örgütlenme... “Kutsal” kavramlar sokuluyor hemen dolaşıma... Ve “Sosyalistlerin iktidarı ne kadar mağdur ettiği” üzerine bir masal. Yersen!
Aradan saatler geçiyor, dozerler, TOMA’lar, çevik kuvvet el birliğiyle öğrencilerin çadırlarına saldırıyor, ağaçları biçmeye başlıyor. Gözaltılar normal; yıkılan çadırlar da... Mağdur yok! Özgürlük, kimin umurunda? Dikkatler “örtü”de çünkü...
G-20 biraz ötelerde toplantı halinde; dünyanın “büyükler”i ve “küçük ortakları”yla yeni bir paylaşım için “anlaşma ile çatışma” arasında gidip gelmekte... Namlular Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e döndükçe, savaş ihtimali artıyor. ABD “Sınırlı da olsa askeri müdahale gerekiyor” diyor; Rusya “Muhalifler kullandı onlara müdahale edin” fikrinde... BM Başkanı “Silah vermeyin taraflara” türünden “sükunet” çağrıları yapıyor.
Rus savaş gemileri gözümüzün önünden geçip giderken, Çin’den Amerika’ya herkes “savaş hazırlığı” izlenimi verirken; bir genç kadının başındaki “türban”, hem kendi yaptıklarının, hem bütün olan bitenin üstünü usulca örtüyor.
Sis gibi... Tevfik Fikret ustanın “Sis” şiiri gibi...
Örtünmesi lazım bu dünyanın, çok daha fazla! Tüm bu kanın, acının, pisliğin üzeri nasıl örtülür ki? Osmanlı’nın baskı dönemine yazılmış bu olağanüstü “devlet, sistem ve toplum” eleştirisini bir kez daha, bir kez daha okumalı: “Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık; / lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!”
“Zulmün İstanbul’u”na sesleniyor Tevfik Fikret; ağır bir dil... Çok ağır... “Milyonla barındırdığın insan kılıklarından / Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?” diyor.
Vurun hesaba işte!
Tevfik Fikret’in her “Ey...” deyişinde sıraladığı insanların, tümü aramızda... “ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu” dediği insanlar az mı?... “Ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar” dedikleri de...
“Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar” dediği törenlere bakın; “Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için / yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!” dediği adalete!
Okuyun tümünü “Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; / Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!” diye biten şiirin...
Yine öyle bir istibdat dönemindeyiz işte... Yine “zulüm sahası”ndayız... “Riyakarlıkla kirlenmemiş temiz bir zerre bulunamayan” günlerdeyiz belki...
Suriye’deki masumun canı, kanı üzerine pazarlık edilen, hesap yapılan günlerdeyiz. İnsanın canından çok “örtüsü”nün dert edildiği günlerdeyiz. Genç kadının örtüsünü dert eden de yok aslında; o “örtü” başka işe lazım!
“Ey...” diye seslenilen “zamanın ruhu”... Ve elbet “Ey iktidar...” Mağdur değilsin. O genç kadının örtüsünün arkasına saklanmaktan vazgeç ve örtün!
Beyaz ve büyük bir sisle örtün...
Örtmeye kudreti yeterse elbet. Ne Türkiye’de, ne Suriye’de, ne orada ne burada; “şu kahpe dünya”nın pisliğini örtemiyor hiçbir sis, hiçbir örtü. Ne din, ne mezhep, ne ırk, ne bilmem ne... Örtemiyor gerçeği...
Böle böle, ayrıştıra ayrıştıra kan denizine dönen dünyada; biz inanıyoruz hâlâ Haluk’un Amentüsü’ne: “Vatanım bütün yer yüzü, milletim bütün insanlık”
“İnsan ancak böyle insan olur” demiş gerçek usta!
Evrensel'i Takip Et