Kürt direnişi ve yol ayrımı!
“Başbakan” sıfatı taşıyan birinin, Hakkari, Van ya da Diyarbakır; veya herhangi bir Kürt kentinde, “Kürt sorunu yoktur!” diye bağırması; toplumsal gerçeklerle ile ilişkisi açısından en küçük değer taışmaz. Başbakan, eğer sesinin kapalı kepenk saclarına çarpıp kendine geri dönmesinden zek alan biri değilse, Türkiye’nin yanısıra Ortadoğu ve dünya ölçeğindeki sorunlardan biri olma özelliği kazanmış Kürt ulusal sorununa böylesine dayanaksız inkarlarla yaklaşamaz. Onu, birkaç yıl önce “Kürt sorunu var, Kürt sorunu benim sorunum, onu çözeceğiz!” dediği için, “çark etmek”(!) ile suçlamak gerekmez. Görülen sadece burjuva politikasının ikiyüzlülüğü ve hedefe varmak için her tür entrikayı araç edinmesi değildir. İnkarcı şoveni ve “çözümden yana olduğunu” ileri sürerek Kürtleri oyalamaya çalışanı dahil sermaye partilerinin hiçbirinin, Kürtlerin, Türk ulusundan farklı ulusal özelliklere sahip ve aynı nedenle de Türk ulusunun sahip olduğu türden ulusal haklara sahip olması gereken bir ulus olarak gördüklerini gösterir bir veri henüz yoktur. 87 yıllık inkarcı şoven politikayı değiştirmeksizin sürdürme olanaksızlığı açıklık kazanmış olmasına karşın, hükümet, devlet ve burjuva düzen partileri hala bu politikayı bir biçimde; kimi ufak-tefek değişikliklerle sürdürme çabasındadırlar.
Ancak, artık yalnızca ‘eskisi gibi olmaz’lık yetmiyor. Kürt-Türk ulusal tam hak eşitliği tanınmadan; ulusların ve dillerin tam eşitliği yasal-anayasal güvenceye bağlanmadan; Bölgesel Özerklik kabul edilmeden, anadilde eğitim ve Kürtçenin toplumsal yaşamın tüm alanlarında engelsiz kullanılması olanağı sağlanmadan, bir siyasal genel af ilan edilmeden; ve Kürtçe yazdığı, konuştuğu ya da dillerin eşitliğini savunduğu için suçlanan, baskı gören veya zindanlara tıkılanların bu durumu son bulmadan; Kürt direnişinin daha ileri düzeye yükselmesi; Kürtlerin Türk devletiyle tüm bağlarını kesmeleri engellenemez. Kürtlere resmi dil dayatmasının hiçbir haklılığı yoktur. Kürtçe niçin Kürtlerin serbestçe kullandıkları; eğitimini yaptıkları resmi dilleri olmasın? Ya da eğer Türklerin Kürtlerle tam hak eşitliğine sahip ve gönüllü olarak bir arada yaşaması mümkün olacaksa, Kürtlerin “resmi dil” olarak Kürtçeyi değil de Türkçeyi kullanmaları niçin zorunlu olsun? Niçin iki ulusun dilinin de eşit olması; bunun için her ikisinin de eğitim dili olması ve ilaki denilecekse “resmi dil”ler olarak kullanılmaları mümkün olmasın?
Çok sancılı ve zor da olsa, bunlar gerçekleşecek! Ortadoğu-Arap halkları karşısında Amerikan emperyalizminin misyonerliğini üstlenmiş olanlar yüzbinlerce, milyonlarca Kürt’ü kırmayı göze alacak kadar ‘sirazeyi kaçırma’mışlarsa, Kürt direnişinin ve bölgesel gelişmelerin kendilerine başkaca bir yol bırakmadığını görmüş olmalılar. ABD’nin bölge ve dünya politikalarıyla “hemfikir olduklarını”; “çıkarları ve politikalarının çakıştığını” ilan eden AKP ve hükümeti, Libya’nın bombalanmasına, Suriye yönetiminin tehdit edilmesine ortaklığını, Kürtlere karşı katliama onay olarak kar hanesine yazamayacaktır. Kürt direnişiyle birlikte Türkiye’nin ileri işçi ve emekçileri bu hesabı bozacak bir yola girmişlerdir. Türkiye’nin başlıca büyük kentlerinde işçi-emekçi, genç, aydın çeşitli kesimlerin eskisinden farklı olarak, Kürtlere ulusal baskı uygulanmasına ve ulusal hak eşitsizliğine karşı başlattıkları mücadele büyülerek ilerleyecektir. Gelişmelerin gösterdiği, hareketin bu yola girdiğidir. Sadece ‘Arap Alemi’nde değil, Türk şoveni politikacı ve yazarların çok sevdikleri deyişle “Türk Alemi”nde de olaylar farklı gelişmektedir. Tunus’tan Kürt topraklarına, oradan İspanya-Yunanistan’a; halkların saflarında görülen dayanışma ve hak için, özgürlük için sermaye ve gericiliğe karşı mücadele, ülkeyi ve tüm milliyetlerden halkı kana boyamaya hizmet eden politikaların Türkiye’de de emekçilerin giderek büyüyecek olan direnişiyle karşılaşacağını göstermektedir. Kürtlerin alanlara taşan kitlesel direnişi ve bu direnişin işaret ettiği ulusal hak eşitliği olmaksızın birliktelik olmaz tutumu, bunun başlıca göstergelerinden sadece biridir. Son dönemin gelişmeleri bir yol ayrımına gelindiğini göstermektedir.
Halkların birliğini isteyenler, ulusların hak eşitliğini savunacaklardır. “Rüzgar eken”ler ise, “fırtına biçme”yi göze almak zorundadırlar.
Evrensel'i Takip Et