07 Eylül 2013 17:35

Barış martılarına dönüştüler

Barış martılarına dönüştüler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Binyıllardır dilden dile dolaşan barışla ilgili aşağıdaki öyküyü, Akdeniz halklarının bir selamı olarak anımsatmak istedim... Kral Keyks'le karısı kraliçe Alkyone, çok mutlu bir birliktelik içinde yaşayıp gidiyorlardıbir Akdeniz ülkesinde... Bu mutluluk, karı-koca olarak başbaşa verip yönettikleri ülkenin insanlarına da yansıyordu haliyle...

KOMŞU KRALLAR ÇOK KISKANDILAR

Ülkelerinde kavga dövüş olmadığı için de günden güne yüzü daha da güleçleşen halk; çalışma saatleri dışında tiyatro, spor yarışmaları, şiir ve destan söyleşileri gibi sanatsal etkinlikler için bolca zaman bulabiliyordu… Ne var ki ülkenin yakaladığı bu mutluluk; komşu kralların kıskaçlık ve talan tutkularını kamçılamakta gecikmedi! Oysa kardeş halklar olarak algıladıkları komşu ülkelerin  parasında, malında hiç gözü yoktuı Keyks'lerin. Komşularının niyetini sezinleyen kral Keyks'in huzur ve mutluluğu da, haliyle günden güne gölgelenmeye başladı… Kraliçe Alkyone de kocasının huzursuzluğunun nedenini birtürlü öğrenemiyordu. Çünkü çok sevdiği karısını üzmek istemiyordu kral Keyks... Sarayın bilicisi bir gün üzgün krala; denizaşırı bir ülkede, tek başına oturan Barış Tanrısı'nın kendisine bir yol yordam gösterebileceğini söyledi...

KRAL, BARIŞ TANRISI'YLA BULUŞMAYA GİTTİ

Umarsız kral Keyks, Barış Tanrısı'na ulaşabilmek için hemen bir gemi hazırlattı. Ne var ki Alkyone de aynı gemide yer almak istediğini söyledi… Ama kral Keyks, menzili belirsiz bu yolculuk sırasında karşılaşacağı iyi kötü olaylar konusunda kesin bir bilgisi yoktu. Sonunda kraliçenin ülkeyi başsız bırakmaması konusunda anlaştılar. Birkaç gün sonra kraliçe; Barış Tanrısı'nın bulunabileceği bilinmeyen bir menzile doğru yola çıkan kocasını, gözyaşlarıyla uğurladı sahilden … Kralın gemisi, daha yolculuğun üçüncü gününde, durdurak nedir bilmeyen çok azgın bir fırtınaya tutuldu… Bütün çabalarına karşın geminin batacağını anlayan kral Keyks; haliyle çok üzüldü. Ne var ki bu hüznün hemen arkasından, gemi sulara gömülmeden önce, yüreğinde bir sevinç dalgasının kabardığını da duyumsadı: Çünkü bu yolculuğa birlikte çıkmadıkları için sevgili karısı kendisiyle aynı yazgıyı paylaşmayacaktı!... Böyle bir raslantı, onu son deminde sevince boğdu… Kraliçe Alkyone; emekçilerin tanrıçası Atena'dan öğrendiği örgü örme, nakış işleme gibi uğraşlarla oyalanaraktan kocasının dönüşünü bekliyordu sabırsızlıkla. O yüzden diktiği bazı giysilerin üstüne; kendilerinin ve ülkelerinin mutluluğunu yansıtan ve gelecekleriyle ilgili şekiller, desenler nakışlıyordu durmadan… Bir yandan da tanrıça Hera'ya, kocasının tezelden ve sağsalim dönebilmesi için yalvarıp yakarıyordu… Ne var ki tanrıça Hera, bu son olayda kraliçe Alkyone'ye çok acımakla yetiniyordu! Çünkü kocası Baştanrı Zeus'un barışsever kralları sevmediğini ve onları bir şekilde cezalandırdığını, üzülmesin diye söyleyemiyordu Alkyone'ye!... Sonunda Hera, gökkuşağının tanrıçası İris'i çağırdı yanına. "Git, uyku tanrısı Hipnos'a söyle. Zavallı Alkyone'nin düşüne girsin; ona kocası Keyks'in denizde boğulduğunu söylesin!" buyruğunu verdi.

ALKYONE,BARIŞ ÇİÇEKLERİNİ BEKLİYORDU...

Tanrıça İris; rengârenk ebemkuşağına atladığı gibi bir solukta, uyku tanrısı Hipnos'un mağarasına doğru süzülüp gitti… Bu mağaranın içinde, pırıl pırıl çakıl taşlarının arasından akan bir dere vardı. Tanrı Hipnos; bu derenin tatlı şırıltısını her gece insanların yorgun dünyalarına buradan gönderiyordu. Tanrıça İris, Hera'nın isteğini iletti Hipnos'a.. Hipnos da; Kral Keyks'in kılığına girip Alkyone'nin düşüne girdi ve gemisinin nasıl battığını bir bir anlattı. "Ben şimdi Ölüler Ülkesi Hades'e gidiyorum!" deyip ona veda etti. Kanter içinde uyandı Alkyone… Demek kocası ölmüştü!. Apar topar giyinip saraydan dışarı çıktı... Kocasını uğurladığı limana doğru, yürürken, olup bitenleri geçiriyordu kafasında.. Keyks'in, Barış Tanrısı'nın bağışlayacağı renk renk, bir kucak dolusu barış çiçekleriyle döneceğini ve onları bütün Akdenizli kardeş halklara birlikte dağıtacaklarını düşlüyordu hep… Alkyone, limana vardığında keskin uçurumlu tepenindoruğuna doğru tırmandı. Ve tırmandığı doruktan, sevgilisi Keyks'le buluşmak üzere, gözlerini yumup o büyük boşluğa bırakıverdi kendini! Artık habire düşüyor, düşüyordu Halkyone… Ama bir türlü biryerlere değmiyordu ayakları! Dayanamayıp gözlerini açtığında; bembeyaz bir martıya dönüştüğünü, mavi suların üstünde süzülüp gittiğini gördü!

ONLAR BARIŞ MARTILARINA DÖNÜŞTÜLER...

Biraz daha yakından bakınca, yanında kendisine yoldaşlık eden bir martı gördü. Ve birden onun martıya dönüşmüş kocası olduğunu sezinledi sevinçle… Kocası da onu tanıyınca hemen coşkuyla, kanat kanada kenetlendiler…. Ve öteki martılarla birlikte çığlıklar ataraktan, deniz üzerinde, barış kaynağı ufuklara doğru bir zıpkın gibi kayıp gittiler… Kraliçe Alkyone'nin yaşadığı bölgedeki deniz, yılda yedi gün dingin ve sessiz olurdu. Çünkü bu yedi gün süresinde, denizin durgun suları üzerinde kuluçkaya yatardı bütün martılar. Onun için de denizin durgun olduğu bu yedi güne, "Alkyone Günleri"  ya da, “Barış Günleri" diyordu o yörelerdeki Akdenizli halklar... Akdenizli halklar öylesine barışa ve Alkyone'ye hasrettiler...

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa