11 Eylül 2013 17:18

Kimin krizi?

Kimin krizi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Krizler, kapitalist üretim tarzının zaman içinde biriken çelişkilerin gün yüzüne çıkmasını kolaylaştırmak ve bu çelişkilerin daha net şekilde görülmesini sağlamak açısından her zaman öğretici olmuştur. Ancak krizler, aynı zamanda sistemde yaşanan kronik sorunların sermaye lehine çözümü için, yeni ve canlı bir sermaye birikimi döneminin koşullarını yaratmak için önemli bir fırsat olarak değerlendirilmiştir.
Son günlerde Türkiye’nin ciddi bir ekonomik krizin arifesinde olduğunu söyleyip tedbir alınmasını isteyenler, yarın olası bir krizde oluşacak “kriz pastası”ndan en büyük payı kapmaya çalışacaklar. Bu nedenle krizlerin muhatapları açısından krizden beslenenlerle, krizlerin yükünü taşıyan, hatta bedelini ödeyenler açısından ortak bir kriz algısından bahsetmek mümkün değil.
Emekçi  sınıfların ekonomik ve siyasal olarak yeterince örgütlü olmaması, sermayenin emek düşmanı politikaları karşısında emek örgütlerinin durumu, sermaye güçlerinin bugüne kadar olduğu gibi, önümüzdeki dönemde de “krizi fırsata çevirme” hamlelerini daha kolay ve daha hızlı yapmalarını kolaylaştıracak.
Türkiye’de enflasyon ve işsizliğin istikrarlı bir şekilde artmaya başlaması, reel ücretlerde yaşanan gerilemeler, emekçi ailelerin geçimlerini büyük ölçüde borçlanarak sürdürmeye çalışmaları, emekçiler açısından kriz ve istikrarsızlık sözcüklerinin, patronlardan çok farklı anlam ve içerikte algılandığını gösteriyor.
Emekçi aileleri, televizyon ve gazetelerde sürekli piyasaların, borsanın, döviz ve faizlerin tartışıldığı bir ortamda, en temel ihtiyaçlarını bile borçlanarak karşılayabilirken, krizi yaşamının her alanında, hatta her nefes alışında bizzat hissederek yaşıyor. Bu anlamıyla kapitalistler, emekçi sınıflara göre çok daha örgütlü olmalarının da verdiği avantajla, bir şekilde krizden çıksalar bile, emekçinin gündelik yaşamının somut bir parçası haline gelen kriz koşulları bir türlü bitmek bilmiyor.
AKP, iktidarda olduğu son 11 yıl içinde Türkiye’nin ekonomik anlamda büyük adımlar attığını, dünyanın “güçlü” ekonomileri arasında yer aldığını her fırsatta dile getiriyor. Her ne kadar ülke ekonomisi bu aralar olası bir kriz karşısında “en kırılgan ekonomi” olarak liste başı olmuş olsa da, bu durumun Başbakan başta olmak üzere, Hükümet temsilcilerinde en küçük bir tedirginlik yaratmaması dikkat çekici.
Resmi verilere göre, Türkiye’de tüketici kredisi borcu miktarı son 11 yılda 96 kat, kredi kartı borcu ise 9 kat artmış. 2002 yılında halkın tüketici kredisi ve kredi kartı borcu sadece 6.4 milyar TL iken, ekonominin “şaha kalktığı” son 11 yıl içinde tam 46 kat artarak, 293 milyar TL’ye yükselmiş. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta toplam hane halkı borçlanmasının yüzde 40’ının aylık geliri 1000 TL’nin altında olanlar tarafından yapılması. Kredi borcu olanların yüzde 53’ünü ise ücretli çalışanlar oluşturuyor.
2002 yılında geri ödenemediği için yasal takip başlatılan kredi miktarı 278 milyon TL iken, 11 yıl içinde 32 kat artarak 9 milyar TL’yi aşmış. Borcunu ödeyemeyenlerin büyük bölümünün emekçi aileleri olmasının bile kriz olarak adlandırılmayarak, sadece “piyasa” rakamlarına endeksli bir kriz algısının ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor.
Sadece bu veriler bile tek başına, yeni bir kriz tartışmasının yapıldığı bugünlerde, her konuda olduğu gibi, kriz konusunda da söylenecek sözlerin ve yapılacak tespitlerin, hangi sınıf açısından baktığınıza bağlı olarak değişebileceği gerçeğini unutmamamız gerektiğini gösteriyor.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa